Unuttuğumuz insan

11 yıl önce

0

Öğrenciler soruyorlar: “Ne yapmalıyım?” Aslında her şeyin cevabı bizde… Önemli olan doğru soruları sormak… Silkinmek ve unuttuğumuz insan geri dönmek.

Bir öğrencim sordu: “Çok büyük etki yaratmış start up’ların yüzde 70’i yola bir iş planı olmadan çıkmış. Fikirlerinizi merak ediyorum?”

Hiç düşünmeden şunu yazdım: “Analiz etmeye karşın önsezi. Hani deriz ya, içine güven… Doğru olan, zihin ile öğrenilmişlikler üzerine inşa edilen, kalıp içeren hareket mi? Yoksa karnında hissedip gönlün ile filizlendirip o an düşünmeden yaptığın mı?”

Aslında bizler yazı ya da tura diye parayı havaya fırlattığımızda biliyoruz olmasını istediğimizi… Bunu beyin bilemez ama insanın gönlü bilir. Gönül nereden yanaysa aslında doğru yol, mücadelesi verilmesi gereken istikamet odur.

Kurumların aradıkları “insan”

Diğer bir öğrencim soruyor bir iş görüşmesine gidince “Ben ne diyeyim?” diye. Sordum kendisine. “Bir an için rolleri değiş” dedim, “Sen işe alımı yapıyor olsan nasıl bir insanla çalışmak isterdin?” Cevabı çok hızlıydı: “Güler yüzlü, eğlenceli, görgülü, fikri olan, farkında, temiz, yaşında…” Böylelikle kendi cevabını kendi vermiş oldu. Gerçekte okunan okul, yapılan master bir yere kadar. Aranan aslında insan…

Gözlemlerim o ki birçok kişi biliyor neyin nasıl olması gerektiğini. Ancak onlara dokunacak kişilere, olaylara ihtiyaçları var. Lise 1 itibarı ile öğrencilerin bireysel koçluğa ihtiyacı olduğu kesin. Bakın mentor demiyorum. Çünkü mentor onlara neyi düşünmeleri gerektiğini anlatacak. Halbuki ihtiyaç onların kendi sorularını kendilerine sormaları. Yani nasıl düşünmeleri gerektiğini örenmeleri. Ülkede bu kadar koç var mı diye sorabilirsiniz. Emin olun her geçen gün sayıları artıyor. Adler gibi uluslararası kuruluşların sertifikasyonundan geçen çok yetkin koçlar mevcut. Önemli olan sizi anlayacak, farklı deneyimler elde etmiş ve enerji hacminizin tuttuğu kişiler ile çalışmalısınız. Yani arada zihni ve bedeni daha doğrusu sezgisel ve içgüdüsel bir çekimin olması mühim. Okullar ne yapıyor diye bir soru gelebilir akla. Ne yazık ki duyduklarım ve gördüklerim bir kaç istisnanın dışında çok yetersiz. Rehberlik denilen fonksiyon kafi değil. Günümüz jenerasyonu çok hızlı ama aynı zamanda çok da tembel. Kalıplara girmeyi reddediyor ve sayemizde hayal kurma kapasitesini neredeyse kaybetmiş durumda.

Gönül ister ki tüm eğitimciler hatta en başta veliler böylesi bir eğitimden geçsin. Ancak bu önce bilinç sonrada bütçe ve zaman meselesi.

Korku hakimse üretim olmaz

Kurumlar bu denklemin neresinde? Mutlular mı çalışanlarından? Gözlemim, hayır. İnsanların çoğu sinmiş durumda. Korku hakim. Sandalyelerine tutunuyor ve çoğu gerçek hayallerini erteliyor. Sistemin içerisinde ihtiyaçları olmayan ihtiyaç illüzyonları sayesinde borçlular. Sistem onların borçlarını daha da çoğaltmak üzerine kurulu. Çıkış yolu yok gibi gözüküyor. Ve hakim olan enerji bitkinlik, yılmışlık…

Bu durumun hiç bir kuruma faydası olamaz. Nasıl üretecek bu adam? Eve gidip sistemin onu içinde tutmak için ürettiği dizileri ve sahte umutlar ya da çözümler vadeden reklamları seyrediyor. Bu reklamları kim üretiyor? Yine onlar. Daha farklı bir ümitsizler ordusu. Bu yüzden en yaratıcı ve dinamik olması gereken reklam sektöründe de bir kısır döngü hakim.

Doğru sorular

Doğru soruların sorulması için geç değil. Doğada dönüşüm kaçınılmaz. Biz de onun bir parçası değil miyiz? Kurum yöneticileri ve/veya patron yakınıyor. Suçlu kim? Kontrol adına bunu yapan, kalıplara boyun eğen, ego sisteminin altında ezilen.

Peki sorular: Neredeyiz? Ne kadar farkındayız? Ne kadar istiyoruz?

Hepimiz farklı bir farkındalık mertebesindeyiz aslında. Belki de herkesin kendine göre bir zamanda olduğunu ileri süren Einstein buna da işaret ediyordu. Bu farkındalık mertebelerini birçok akım tanımlıyor ancak özet olarak 5 tane hal var. Başlangıç, çalışma, enerji, akış, ilahi kimlik. Bu mertebeler bir döngü. Bizler her dönemimizde farklı bir noktasındayız. Ancak bu döngüler kendi devinimlerini tamamladıktan sonra ayrıca insanın bir spirale benzeyen evriminde farklı zamanlarda tekrar baştan başlayabiliyor. Bazılarımız buna olgunluk diyoruz. Fakat bu açılımın insan yaşadıkça durması mümkün değil. Örneğin beden ve zihnin hissedişlerinin farkındalığını anlayabilmek her dönemimizde farklı açılımları bize getirebilir. Bu açılımlar sonrasında kendimizi dinleyerek duyma ve anlama katsayımız artabilir.

Önemli olan farkında olarak bir şeylere başlamak. İstiyor muyuz silkinmeyi? Daha çok dillendirmek, dürtmek hatta dokunmak lazım. Yeri, mekanı, zamanı önemli değil. Konuşmak lazım. Konuşturmak, düşündürmek ve yayılmak lazım. Yapmadığımız oranda da suçluyuz. Kendi rahatlık çemberimiz içerisinde. Öğrenci, ne yapmak istediğimi bilmiyorum der tabii.

Ruhumuzu dinleylim!

Nereye gidiyor bu yazı diye düşünebilirsiniz. Çok basit. “İnsan”a. Unuttuğumuz bize… Kurban haline soktuğumuz kendimize… Korktuğumuz öz kimliğimize. Şefkat ihtiyacı olan o horladığımıza…. Bu gariban nasıl evrimine devam etsin? Nasıl üretsin? Nasıl aslında yaşam gıdası olan neşeyi kucaklasın? İnsan olduğumuzu hatırlayalım. Ruhumuzu dinleyelim.

Çok yakında çıkacak olan Sakal adlı kitabımdan şöyle bir şiir ile bitireyim:

Rüzgârın okşaması nereye götürürse,

Hafifim.

Okyanusun esansı uçuruyor benliğimi.

Gözümde tüten,

Gönlümde tütermiş meğer.

Özüm çekiyor beni içine.

Sakalımdan akıyor,

Yıkanıyor suda geçmiş pisliğim.

Ama anlıyorum şimdi,

Haksızlık etmişim bana.

O kadar da kirli değilmiş,

Benmiş hepsi, güzelmiş…

Semih Yalman
Editor in Youth
semih@campaigntr.com

[arrowlist]

  • Bu yazı Campaign Türkiye’nin Aralık sayısında yayınlanmıştır.

[/arrowlist]