artwork

Gezi Parkı’ndan Gezi Ülkesi’ne

11 yıl önce

0

Gezi Parkı’nda çok şey var ama olmayan bir şey var, o da markalar. Varoluş sebebini toplumdan alan markalar nasıl olur da burada yoklar diye soruyor öğrenciler.

Not: Bu yazı 15 Haziran 2013 tarihinden önce kaleme alınmıştır.

Hani “Bir ülke düşünün içinde her türden canlının barış içinde yaşadığı” diye başlayan masallar vardır ya…  Hatta bu masalları çeşitli yazarlar temel eserleri haline getirmişlerdir: More’un Utopia’sı, Orwell’in Animal Farm’ı, Goscinny’nin Asterix’i… İnsanca yaşamanın hayalini kitaplarda bırakmayıp uygulamaya geçiren yerler de var; Hindistan’daki Auroville’de yaşamak için akın akın bu yüzden gidiyorlar. Hatta insanlar bu hayali, Farmville, Simcity gibi oyunlarla Facebook, AppStore gibi sanal ortamlara da taşıdılar. Ancak bugüne kadar hiçbir yerde bu yazılanlar, planlanıp kurgulanmaya çalışılanlar, deneyler ya da sanal olarak yayılanlar, plansız, zorlamadan, isteyerek, dirayetle, iradeli, hissederek, gönülden ve hızla organize olarak siviller tarafından bir metropolün göbeğinde gerçeğe dönüşmemişti. Taa ki Gezi’ye kadar…

Gezi her şeyin olduğu hatta bugün bazı şehirlerimizde olmayanın da olduğu bir yer. Sınırları var. Araçlara, programlanıp robotlaşan insanlara, ifade özgürlüğünü sınırlayanlara, baskıcılara, şiddete kapalı ama insanlara açık. Ağaçları var doğa ile bütünleştiren. Kütüphanesi var. Hastanesi var. Heykelleri, sanat eserleri var. Marketi var. Tuvaletleri var. Sanat ve müzik var. Ama hepsinden önemlisi içinde oto kontrolü olan, duyarlı, sevgi dolu, saygılı, birlik içinde olmaktan mutlu, özgür insanları var. Birçok görüş, duruş, o, bu, şu diye damgalanmaya çalışılırken uyanan ve geziye göç eden insanları var. Gezi’de olmak herkese açık. Gezi’nin sahibi yok. Gönüllüleri çok. Gezi’de gerçek ve mutluluk için var olmayı isteyen insanlar var. Gezi’de korkusuz ve şefkat dolu kadınlar var. Hatta direnişin sembolü haline gelen kadınlar. Gezi’de gençler var; “Yani bunlar mı bizim geleceğimiz” diye konuşan rektörleri, politikacıları hayrete düşürürcesine kuvvetli ve dirayetli gençler. Gezi’de inananlar var… Gezi’de meşk var. Gezi’de insanın egosisteme dur derken ekosisteme dönüşü var. Gezi’de insanın her tür canlıya duyduğu aşk var… Bunları ondan almak isteyenlere ne pahasına olursa olsun direnme tutkusu ve kararlılığı var.

Gezi’de ne yok?

Gezi’de şiddete yer yok. Hakların alınmasına yer yok. Dogmaya yer yok. Ötekileştirmeye yer yok. Dikte etmeye yer yok. Kötü niyete yer yok. Provokasyona, yağmacılığa yer yok. Dinlemeyene yer yok. Yıkıcı olana, merhamet etmeyene yer yok. Hatasını kabul etmeyerek kibre sığınana yer yok. Geride kalmış bir zihin ile kalbini zehirleyenlere yer yok.

Adeta öğrenilmişlerin aksine korkuyu kovalayan bir sevgi var. Dolayısıyla korkuya yer yok.

Bir de markalar yok. Reklamlar yok.

Burada bir durmak istiyorum.

Markalar neden yok?

Markaların işi insanken, algı için çabalarken, Gezi’de bunca çabanın heba olduğu markalar var. Gerçekte toplumu oluşturanların meydana getirdiği kurumlar yok. “Sosyal dayanışmaya, mevcudiyeti için topluma ihtiyacı olan, hatta var oluş sebebini toplumdan alan markalar nasıl olur da burada yoklar” diye soruyor öğrenciler: “Hangi kaygı ya da korku ya da yaklaşımın eseri bu? Marka bir kurumun değerlerini, var oluş sebebini, özünü ve topluma vaadini özetleyen ise nasıl olur da bunca değerine, vaadine ters düşerek burada olmazlar?”

Yanlış anlamayın; sponsor olsun, reklam versin olayı değil bu dedikleri. Logosuz, ibaresiz, şovsuz destekten bahsediyorlar.

Verdikleri örnekler tek tük: “Amerikan Hastanesi doktorlarına izin verip onların yardım etmesi ya da kepenk kapatan kafelerin yanında Divan Oteli’nin kapılarını açması, tuvaletlerini kullandırması” gibi… Ve sormaya devam ediyorlar “Neden oraya tuvalet desteği, minder çadır desteği, gıda desteği yapan markalar yok? Oradaki çoğunluğun satın aldığı ve çalıştığı kurumlar çalışanlarına rağmen nasıl olmaz bu resmin içinde?”

Gelin gençlerin hayallerini dinleyelim

Bir toplantımda bir banka iletişim direktörüne “gençlere gidelim” dediğimde “Biz orada değiliz… Denedik ama olmuyor… Bizim için sonrası önemli. Gençler eğlenceye bedavaya ilgi gösteriyor” demişti. Halbuki ben, “Gelin onların hayallerini dinleyelim” diyordum. “Biz afaki hayallerin yanında olamayız” dediler. “Ama sonrasında onlara ulaşmak için dünya kadar para harcıyorsunuz” dedim. Buyurun işte o afaki hayal peşinde dedikleriniz sizin özgür var oluşunuz için direnerek kendini ifade ediyorlar bugün ve siz yine onların yanında yoksunuz.

İfade özgürlüğü sandıktan sandığa olan bir şey değildir. Gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi muhalefetin eksik kaldığı yerde halk söz hakkını kullanır. Kurumlar halktan bağımsız örgütler değildir. O markaları marka yapan da halkın ta kendisidir. Markalar bunu unuttukları anda milyonlar dökseler de itibarlarını satın alamayacaklarını anlamalıdır.

Markalar buluşturucu olabilir

Acaba kurumların sermaye yapıları ya da halka açıklık oranları farklı olsaydı değişir miydi görüntü? Bilemiyorum. Fakat burada şunu düşünmek gerek: Sokaktaki kim? O zaten o markanın varoluş sebebi değil mi? Halbuki markaların etken olabileceği alan ve çerçeve yapılandırma, buluşmaya zemin yaratma ve sistemde yapıcı değişim olabilir… Yani aslında markalar buluşturucu olabilir.

Bir başka konu ise markalara gösterilen tepki. Ancak bu tepkilerden zarar görenler yine işinden çıkıp akşam Gezi’ye gelen çalışanlar değil mi? Biz Türkiye’den dünya markası çıksın diye markaları geliştirirken onların algıları onlarca yıl geriye gittiğinde, köklü markası zaten parmakla sayılacak kadar az olan bizler yeni markalar inşa etmek için yine sıfırdan başlamayacak mıyız?

Gezi seçimini yapmış ve koyun olmayı değil keçi olmayı seçmiş. Keçi liderdir ve isterse ağaca bile çıkar. Gezi, “Almak için mi vermek için mi buradasın?” sorusuna cevap vermiş. “Denge” demiş… “Vermek” demiş… “İnsan” demiş… “Sanmadan var olmak” demiş… “Özüm” ile demiş… “Barışık” demiş… Gezi dinlemenin duymaktan, görmenin bakmaktan, hissetmenin sadece inanıyorum demekten daha büyük bir erdem olduğunu bilmiş. Gezi, plan değil hayal ile söze başlamış. Gezi “ben” değil “biz” demiş.

Gezi’nin şurubu bütün olmak

Tabii ki Gezi Ülkesi’ne ve çevresinde oluşana bakıp dikkat etmek gereken noktalar da var. Asterix’te olduğu gibi Gezililer de Galyalılar gibi şuruplarını daim etmeliler. Bu şurup Gezi’nin felsefesi; yani bütün olmak… “Ben” halinle barışık olup sonra onu “biz” olmak için hizmete sunmak… Dolayısıyla etrafa bu felsefeyi anlatmak lazım bunun içinse bir yapılı plan lazım ki bu ülke daim olsun. Ayrıca Orwell’in Animal Farm’ında olduğu gibi; ‘‘tüm kesimler eşit’’ ama bazıları daha eşit durumuna gitmesin diye duyarlı ve uyanık olmak lazım…

Gezi adeta bir küratör eli değmişçesine modern bir ülke, şehir, park, müze, etkinlik alanı… Bu simge korunmalı diyor insan içinden. Evet, birçok amblem birçok olayın sembolü oldu ancak Gezi bu sembollerin çok ötesinde… O kağıda çizilmedi… O toplum tarafından yaratıldı.

Bundan sonra ne olacak?

Gezi olayları başladığında şöyle yazmıştım bir sorana:

“Diyelim ki halkın sağduyusu ile başlayan, sonra bunu görüp bu dalganın üzerine o ya da bu sebeple binenler ile çoğalan uyanış, Gezi Parkı kurtarma hareketi başarılı oldu… Sonra ne olacak? Kimin elinde nasıl bir plan var bir sonrası için? Evet, koskoca tankın önünde tek bir genç Çin’in kaderini değiştirdi… Evet, Berlin duvarı birleşme özleminde olan insanlara dayanamadı… Ancak hepsinde olayların öncesinde sonrası için hazır bir plan ve vizyon vardı. Semboller yalnızca felsefeleri ile değil yapacakları ve yaptıkları ile tarihe işlenirler. Bu böyle olmadığı takdirde bu görüntüler tekrarlanmaya devam eder durur. Soruyorum bizi yönetenlere, yönetime aday olanlara, oradakilere… Sonra ne olacak? Ben biber gazının önünde duran kırmızı elbiseli kadının yanındayım ama sonra onu o gazdan kurtaracak, o kaderine terk edilmiş parkı tekrar canlandıracak, bu ülkeyi laik ve demokratik, görgülü, bütün, tek bir hikaye ile birbirine kenetleyen, kendini ifade eder hale getiren, gençleri yönetime davet eden, fırsat veren, destek görecek plan nerede?”

Görüyorum ki artık hayal kurmuyoruz derken uykudan uyanıp hayal kuranlar var burada ve yalnız değiller… Hayal plandan da öğrenilmişliklerden de daha önemli… Ve seviniyorum çünkü bu hayal planı beraberinde oluşturtacak, halkın sağduyusunun planı yapacak.

Ancak burada hayal kurup plan yaparken unutmayalım “o, bu, şu” değil sadece “biz” varız ve bu vatan her şeyiyle hepimizin… Mühim olan her şeyin özünde nasıl bir ülkede yaşamak istediğimiz…

Gezi belki bir gün buradan kalkacak…  Ancak varoluş işlevine bakalım:

Birlik ve beraberlik için

Hoşgörü için

Ötekileştirilmeye hayır demek için

Tüm toplumsal ögeler ve organizmalar ile dahil  olmak için

İnsanlık için

Farkında olmak için

Değer bilmek için

Anlamak için

Gerçek için

İşin aslı için

Görev almak için

İfade için

Bundan sonrası için

Geziye gerek vardı …

Bundan sonra mühim olan, nerede yaşayacağız? Park’ta mı? Yarattığı sembolik ifadelerde mi? Yoksa olmak istenilen varoluşta mı?

Semih Yalman / Editor in Youth
semih@campaigntr.com

Bu yazı Campaign Türkiye’nin Temmuz 2013 sayısında yayınlanmıştır.