artwork

Keşif: Barış Yeşilbaş

7 yıl önce

0

“Ailemi karşıma almak çok zordu” dese de aslında ilhamı babasından almıştı. Tattoom Gallery’den dövme sanatçısı Barış Yeşilbaş ile beyaz yakalı hayatı bırakıp dövmeciliğe nasıl geçtiğini konuştuk.”

Dövme hayatına nasıl girdi?

Bunu anlatmak hoşuma gidiyor. Benim için çok büyük olmasa da çevremdeki pek çok insanın gözünde risk aldım. Çünkü Ankara Koleji’nde okudum, sonra Başkent Üniversitesi’nde ekonomi eğitimi aldım. Ailemi karşıma almak hem de eğitimim için o kadar para döküldükten sonra çok zor olacaktı benim için bunu açıklamak. Gerçi hep birazcık burnunun dikine giden biriydim ama bu kadar büyük bir değişiklik de beklemiyorlardı. “Ben dış ticaret danışmanlığı yapmayı bırakıyorum ve dövme yapacağım” dediğimde zaten dövme stüdyolarına bakış açısı biraz “bizim oğlan serseriliğe doğru gidiyor” düşüncesini de yanında getiriyordu.

Dış ticaret uzmanı olarak çalışırken işten çıkarıldım. O arada iş bulana kadar Gate’e gidip gelirken “burada çalışmak ister misin?” diye sordular. Ben de kabul ettim. Zaman içerisinde Gate büyüme kararı aldı. Ve dışarıdan bir dövmeci almak yerine içeridekileri yetiştirerek ilerledi. Bana da yapmak isteyip istemediğimi sordular, ben de olur dedim. O an bir riskti aslında. Sonuçta kendi karamalarım dışında hiçbir çizim tecrübem yok, herhangi bir eğitimim yok. “Dövmeci olur musun?” diye soruldu, ben de tamam dedim. Ve her şey plansız bir şekilde sırası geldikçe yaşandı.

Bir süre Gate’de çalıştın. Ama üstünden epey zaman geçti. O zamandan bu zamana her şey nasıl gelişti?

Aslında Gate fark etmesem de benim için bir basamakmış. Hatta benim için bir aileydi Gate. Üniversite tatil olunca 3 ay boyunca stüdyoda kalıyordum, gelenlerle ilgileniyordum. Çalışmıyordum ama aslında çalışıyor gibiydim. Eğlenceli ve aile gibi bir ortamdı. İş olarak hiç görmedim ama dövme işini, gerçekten iş olarak yapmaya karar verdiğimde aslında benim için bir basamak olduğunu anladım Gate’in. Gate’den sonra bir arkadaşımın stüdyosunda çalışmaya başladım. Gate’de kendi tasarımlarımı yapamıyordum. Müşteri ne istiyorsa onu olduğu gibi yapıyorduk, yorumlayamıyor ya da fikirlerimizi söyleyemiyorduk. “Çok kurcalamadan verileni yap” anlayışları olduğu için artık ayrılmamın zamanı geldiğini anladım.

Sonra da arkadaşımın yanında başladım. Onunla da 1 yıl çalıştıktan sonra home office şeklinde çalışmaya başladım. Kendi çalışma anlayışımı kabul ettirmektense kendi ofisim olsun, kendi tarzım olsun istedim. Biraz da beraber çalışması zor bir insan olduğum için, insanlarla çalışmayı öğrenmek benim için zor oldu. Huysuz derlerdi zaten. Ama burada keyifli oldu. Çünkü tek başına çalışmak da insanı köreltiyor bir noktadan sonra. Her şeyden izole oluyorsun, başka dövme sanatçılarının fikirlerinden uzaksın sadece kendi kabuğundasın.

Kendi tarzını nasıl oluşturdun?

Gate’de bir sürü dövme yaptım. Bir tarzım olmadan önce her tür dövme yaptım. “Ben bunu yapmam” diyemediğim için de deneye deneye birçok tarzda dövme yapmış oldum ve hangi işleri yapmaktan hoşlanmadığımı anladım. Sonunda da “tamam, ben bunun üzerine çalışacağım” demeye başladım.

Zaten günlük hayatımda da çizim yaparken geometrik çizimler yapmayı seviyordum. Babam mimar olduğu için oradan gelen bir göz aşinalığı ve istek vardı. Babam biriyle konuşurken ya da telefonla konuşurken, gazete okurken hep çizerdi, desen olsun paralel çizgiler olsun… Ben de ona hep imrenmişimdir. Renk kullanmayı da seviyordum, o zaman “tamam” dedim; “geometrik desenler yapayım ama renk de kullanayım” dedim. Zamanla gelişti tamamen. Plansız gelişti o da.

“Ah şuna dövme yapsam” dediğin isimler var mı?

Lady Gaga’yı çok seviyorum ve ona dövme yapmak isterdim. Hem yaptığı işleri seviyorum, özgünlüğünü seviyorum. Reklam mı yapıyor bilemeyiz tabii ama özgürlükçü, eşit hak savunucusu demeçler verdiği için de isterdim.

Kimlerden ve nelerden ilham alıyorsun?

Babam. İlk olarak ve en başta babamı söylemem gerekiyor. Geometrik desenlerden yola çıkarak bu işe başladığım için de mimarlar, mimari yapılar çok etkiliyor beni. Mimarların kendi çizimleri olsun, yapıtları olsun… Dövmeci olarak bu tarzda iş yapan Türkiye’de olsun yurt dışında olsun çok fazla insan var ve onlardan etkileniyorum.

Bu meslekte seni en çok zorlayan şey ne?

Sanırım Türkiye’de dövmenin çok yeni olması. Yeni derken, baktığımızda 20-30 yıllık bir geçmişi var. Popüler kültürde olması ise çok yakın bir zamanda gerçekleşiyor. Bu yüzden de dövme denilince bir çekinme oluyor. Zaten toplum olarak az güvenen insanlarız. Adım atarken bile 2 kere düşünen insanlar olduğumuz için tasarım dövme de korkutuyor. “Biz bir görsek, görüp öyle karar versek” deniliyor genelde. Onları da anlıyorum, tamamen dövmeciye güvenmek zor bir şeydir herhalde. Evet, yurt dışında böyle değil. Ben de gidip yaptırdığımda mesela “telefon dövmesi istiyorum” diyorsun gerisini dövme yapan kişiye bırakıyorsun. Bir tarafta “benim sana gelme amacım senin bir eserini taşımak” denilirken, “tamam, sen yapacaksın ama ben de taşıyacağım” diyorlar ki buna da hak veriyorum. Ama orada şunu unutmamak gerek ben zaten dövmeyi yapmadan önce fikir alıyorum; aklındakileri istiyorum, ne istiyor, ne istemiyor, neleri seviyor, dövme yaptırmadaki amacı ne öğreniyorum. Bunları da alıp sana dövme veriyorum. Aslında yine onun fikri oluyor.  Ama insanlara kabul ettirmek de zorlanabiliyoruz.
Gerçi sosyal medya sağ olsun, artık “ha bu insanlar güvenilir ve iyi işler yapıyorlar” deniliyor. Çünkü Türkiye’de bir sürü iyi dövme yapan insan var. Mesela yurt dışına misafir sanatçı olarak gittiğimizde çok fazla soru geliyor; “eğitim mi alıyorsunuz, Türkiye’den çok fazla başarılı dövmeci çıkıyor” diye.

Güven sorunu dışında bir de ten rengimizle ilgili sorun yaşanabiliyor. Çok fazla sarı, koyu ten rengine sahip olduğumuz için renk kullanırken insanları ikna etmede sorun yaşayabiliyoruz. Keşke bir İskandinav ülkesinde yaşıyor olsak da bembeyaz tenli olsaydık ve hep böyle istediğimiz gibi açık pembeler, açık turuncular kullanabilseydik. Bir de tabii internette Tumblr’da, Instagram’da çok güzel fotoğraflar paylaşılıyor. Bir deri görünüyor sanki ölmüş; bembeyaz bir deri ve dövme çok güzel duruyor. Ama bizde öyle olmayacak çünkü bizim ten rengimiz farklı. Bunu anlatamayabiliyorsun. Bunlar dışında aslında çok da büyük sıkıntılar yaşamıyoruz. Özellikle de Müslüman bir ülkede yaşanabilecek pek çok sıkıntıyı yaşamıyoruz. Umarım yaşamayız da.

Reklamcılık sektöründe çalışanlar en çok hangi dövmeyi yaptırıyor?

Bu kısım bana biraz komik daha doğrusu ironik geliyor. Reklamcı insan özgündür gerçekten de öyleler ki çalışıyorlar bu sektörde ama iş dövmeye geldiğinde belki de popüler kültürle çalıştıkları için çok popüler dövme yaptırıyorlar. O yılın dövmesi neyse ona yönleniyorlar. Çok orijinal şeyler de çıkabiliyor tabii. Ama mesela bu yıl minimal dövmeler revaçtaydı. Dövmeler çok küçük ama detayları çok fazla. Eskiden olsa “pirince isim mi yazıyoruz” denilecek işler çıktı. Ve bu yıl çiçek dövmeleri; daha gerçekçi, çizgileri olmayan dövmelere ilgi arttı.

Yurt dışına da gidip dövme yapıyorsun. Davet mi oluyor, nasıl gerçekleşiyor? Ve diğer ülkelerle Türkiye’yi kıyasladığında dövme yaptıranlar açısından neler gözlemledin?

Bu işin en güzel yanı sanırım şuydu: daha önceden konuşup herhangi bir ülkede çalışabiliyorsun. En son Brezilya’da bir stüdyodan davet gelmişti. Gidiyorsun, ne kadar istiyorsan, vize durumlarına da göre çalışıyorsun. Fuarlar dışında böyle bir imkan olması çok güzel bir şey. Evet, fuarlar çok şey katıyor ama başka bir ülkede olmak, orada çalışmak, insanların fikirlerini almak, nasıl dövme yaptırıyorlar nelerden hoşlanıyorlar görmek çok güzel bir deneyim. New York ve Brezilya’ya gittim. Şubat ayında İtalya’ya gidiyorum. Bu arada belki Hollanda olacak. Oradaki insanlar nasıl yaşıyorlar, hayattan nasıl zevk alıyorlar görüyorsun. Brezilya’dan çok etkilendim çünkü insanlar çok mutlu. Türkiye ile yarıştırıyorlar sorunları ve ekonomisi göz önüne alındığında ama onların müziği samba bizimkisi arabesk. Brezilya’da çok fazla renkli dövme yapan dövme sanatçısı var. Benim gittiğim stüdyoda 20 dövme sanatçısı vardı. Ve hep tasarım dövme yapılıyor.

Bizde ise “babana bile güvenmeyeceksin lafı” her devrin lafı olmuş. Korkuyor insanlar; “ya sevmediğim bir şey olursa, ömür boyu kalacak benimle bu” diye düşünüyorlar. Ülkeden ülkeye böyle farklılık gösterebiliyor dövmeye bakış.

Bu yazı Campaign Türkiye’nin Aralık 2016 tarihli sayısında yayınlanmıştır.