artwork

Siyasi iletişimde 2012 dersleri

11 yıl önce

0

Siyasi iletişim için 2012 yılı çok önemli gelişmelerin yaşandığı bir yıl oldu. Bu yıl yaşananlardan hem ders alındı hem de önümüzdeki yıllar için yeni yolların önü açıldı.

2012 siyasi iletişim açısından önemli derslerin alınması gereken bir yıl oldu. ABD’deki tarihi başkanlık seçimi ve Fransa’da Sarkozy’nin yenilgisiyle sonuçlanan Cumhurbaşkanlığı seçimleri halk-siyasetçi arasındaki iletişimin seçim başarısında ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.

Obama’nın ustalık seçimi

Beyaz Saray’a ilk adım attığı 2008 seçimlerinde uyguladığı agresif PR kampanyasıyla tüm dünyadaki siyasilere adeta ders veren Obama, “ustalık seçimi” olan 2012’de de bunu bir adım daha öteye taşıdı. Obama kampanyasının gönüllüleri internet, sosyal medya ve yüz yüze iletişimin hemen hemen tüm kanallarını doğru şekilde kullanarak seçmenin kalbini kazanmayı bildi. Rakibi Mitt Romney ise klişe seçim vaatleriyle ve TV tartışmasında Obama karşısında yaptığı gaflarla zaten yenilgiyi kendisi hazırlamıştı.

Sarkozy’nin “ucuz numarası”

Fransa’daki gözlemciler de Sarkozy’nin seçim PR’ında “güzel bir eş ve şirin bir bebek” silahlarını oynayarak halktan sempati toplamaya çalışmasını “ucuz bir numara” olarak gördü. Nitekim Fransızlar da Elysee’nin anahtarını sosyalist aday Hollande’a vererek Sarkozy’ye “yemedik” mesajı vermekten hiç geri durmadı.

Yepyeni yollar denenecek

Sonuç olarak 2012 gösterdi ki, önümüzdeki yıllarda da siyaset PR makinesinin en etkili rol oynadığı alanlardan biri olmaya devam edecek. Bugün sosyal medya bu işte başı çekiyor ama belki önümüzdeki yıllar şu an hayal bile edemediğimiz başka yollarla siyasiler halkın gönlünü çalmaya çalışacak. Hatta 2013’ten başlayarak siyasilerin halkı kampanyalarıyla etkilemeye çalışmak yerine halkın kampanyalarına kendilerini entegre etmeye çalışacakları manzaraları sık sık görebiliriz.

İngiltere’de neler olacak?

Bunun en önemli örneklerinden biri de İngiltere olacak. İngiltere, imparatorluk geçmişi nedeniyle Kıta Avrupa’sına hep mesafeli duran, tam da bu nedenle Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen Avrupa’nın Chengen ve Euro gibi kilometre taşlarına katılmayı reddeden bir ülke. Tony Blair’in başbakanlığı döneminde onun liderlik ettiği İşçi Partisi, Avrupa Birliği’nin “İngiltere’ye ve İngiliz halkına faydalı bir topluluk” olduğu teması üzerine belki yüzlerce PR çalışması yaptı. Halkın AB’ye karşı mesafeli duruşunu kırmayı ve ülke içinde AB’ye duyulan güveni ve verilen desteği artırmayı amaçladı. Şimdi ise Avrupa’nın içinde bulunduğu ekonomik krizin bu kadar derinleştiği bir ortamda halklar ayağa kalkmış, AB’nin ve euro’nun dağılması söylemleri gündeme gelmişken Muhafazakar Parti Lideri Cameron, tam tersi bir politika güdüyor. Belki bazılarına bu söylem popülist gelebilir ama halka rağmen siyaset yerine, halkın şekillendirdiği siyaset işte tam da bu…

Cameron, “Biz Avrupa Birliği ile yeni bir ortaklık anlaşmasını referanduma götürüp tam üyelikten çıkabiliriz” diyebiliyor. Fransa lideri Hollande’ın, “Avrupa Birliği A la Carte bir topluluk değildir. İstediğinizi alıp istemediğinizi almamak diye bir tercih olamaz” diye cevap verdiğinde aslında Cameron’ın ekmeğine yağ sürmüş oluyor. İngiltere’nin genç başbakanı, halktan aldığı mesajı (İngiltere’de halkın büyük çoğunluğu AB ile daha gevşek bir ilişki istiyor) siyasi iletişim aracı olarak kullanıp şutu çekiyor, rakip takımın oyuncusu da kendi kalesine golü atıp Cameron’ı halkının gözünde kahraman yapıyor.

Uğur Koçbaş / Vatan Gazetesi Yazı İşleri Müdürü

Bu yazı Campaign Türkiye’nin Ocak 2013 sayısında yayınlanmıştır.