artwork

Ana motivasyonum yaratıcılık

1 yıl önce

0

Artı Stüdyo Kurucu Ortağı ve Yaratıcı Yönetmeni Aksel Ceylan, Türkiye ve Amerika kıyaslaması yapmaktan ziyade çok daha verimli olacağını düşündüğü, sektöre dair çıkardığı dersleri içtenlikle kaleme aldı.

Öncelikle benim bu sayfaya konuk olmamın temel sebebi, bildiğiniz üzere Türkiye’deki sektörel varoluşumdan öte; 2018 yılında karakter yolculuğumda açılan yurt dışı bölümü. Bu yüzden size uzun bir başarı öyküsü anlatmak veya yurt içi/yurt dışı kıyaslaması yapmak yerine, bu bölümde karşılaştığım zorluklar sonucunda öğrendiklerimi maddeler halinde özetleyip onlardan bahsetmek istiyorum. Belki bu şekilde burayı okuyanlara, tek başına benim hikayemden daha faydalı olur ve daha çok ilham verir bu yazı…

1- İşlerinizden ibaret değilsiniz. 

Benim yurt dışı serüvenim, yola çıkarken kafamda kurduğum gibi gelişmedi. Uzun süre, beni ifade ettiğine inandığım yaratıcı işler üretecek fırsat bulamadım. Özellikle hayatını yaratarak kazanan bizim gibi kişilerde, üretilen işler tüm benliğimizin bir parçasıymış, ruhumuzdan kopan bir kesitmiş gibi hissetmeye meyilli oluyoruz ve genelde kendimizi işlerimizle tanımlıyoruz. Ben kendi adıma Türkiye’deyken böyle yaptığımı, burada beni tanımlayacak işler ortaya çıkaracak şartlara sahip olamayınca, geriye kalan ‘şey’e baktığımda anladım. Dönem dönem yaptığımız işler bizi yansıtmayabilir, şartlar öyle gelişmemiş olabilir, belki bu durum kariyer anlamında bir değişime ihtiyaç duyduğumuzu gösterebilir vs… Ancak sonuçta yarattığımız işlerin tümünün sadece bizim alt kümemiz olduğunu, bizimse onlardan çok daha fazlası olduğumuzu unutmamamız gerek. Hangi şehirde ya da hangi kıtada olursak olalım.

2- Ana motivasyonunuzu takibi bırakmayın.

Türkiye’deki kariyerimde yaklaşık 8 yıl üst düzey ajanslarda çalıştım ve seçtiğim meslekten ötürü çok mutluydum. Yine de reklamcılığın yapılma şeklini birçok yönden yanlış bulmam sebebiyle, bulunduğum her ajansta ‘bir diğer ajansta kesin bu iş daha doğru yapılıyordur’ düşüncesiyle sık sık ajans değiştirdim. Yeterince ajans değiştirdikten sonra bu sorunların Türkiye’ye ait oldugunu sanarak, bu kez de ‘bir diğer ülkede kesin bu iş daha doğru yapılıyordur’ diye 4 yıl önce ülke değiştirmeye karar verdim. Tabii bu kararımda Türkiye’nin hem politik hem de ekonomik gidişatının hiç iyi olmaması ve daha da kötüye gidecek gibi gözükmesinin etkisi de yadsınamazdı. Fakat tüm bu ajans değiştirme kararlarımda ana motivasyonum hiçbir zaman ‘daha çok para kazanmak’ olmamıştı. Kafamdaki ideale doğru ilerlediğime inanıyordum ve içimdeki potansiyeli gerçekleştirmek gibi bir derdim vardı. Amerika’ya geldikten sonra ise kafamdaki idealin karşılığının, gerçek hayatta var olamayacağını anladım. Bununla birlikte, yaratıcı olmayan işler üretip ‘yeterince’ para kazandığım halde ‘yeterince’ tatmin hissedemediğimi gördüm. Bu durum, asıl motivasyonumun bu işin doğru/yanlış yapılmasından veya çok para kazanmaktan öte ‘yaratmak’ olduğunu gösterdi bana. Bu yolculuğun vardığı son nokta da Kaan Duygu ile birlikte Artı Stüdyo’yu kurmak oldu. Böylece hem yurt dışına hem de yurt içine sevdiğim yaratıcı işleri yapma fırsatı buluyorum. Asıl yatırımımı ana motivasyonum olan yaratıcılığa yaptığım sürece de kendimi doğru yolda hissediyorum.

3- Kendi türünüzün yanında durun. 

Çocukluğumda çok utangaçtım ve sosyal ortamlarda asla rahat barınamaz, içime kapanırdım. Yaratmaya olan yönelimim de bunun sonucunda ortaya çıkmıştı aslında; küçükken insanlarla iletişim kurmaya çalışacağıma kendi kendime kalıp bir şeyler çizerdim. Büyüdükçe bu durum pek değişmedi, yanlarında rahat ettiğim bir avuç kişi dışında insanlar pek ilgimi çekmezdi. Çalışmaya başlayınca ise benim gibi insanların hiç de az olmadıklarını gördüm ve çoğuyla önce işlerimiz sayesinde iletişim kurup sonra yakınlaşıp arkadaşlık kurduk. Yurt dışında ise, ne işlerimi gösterebilecegim ve bu şekilde insanlarla yakınlaşabileceğim bir ajans ortamı, ne de (eşim ve ailem dışında) önceki hayatımdan biriktirdiğim tanıdıklarım vardı ve bunun sonucunda anladım ki insan ne kadar içe kapalı olursa olsun sosyalleşmeye muhtaç bir hayvanmış ve etrafında ‘kendi türünden’ kişiler olmayınca yavaş yavaş da olsa içe çökermiş. Neyse ki zamanla o ‘türü’ burada da buldum ve bulmaya devam ediyorum, bunun için mutluyum. Kendi karakterinizi ve sosyal beklentilerinizi iyi öğrenin, sizin türünüzdekileri yanınızdan eksik etmeyin ve size ihtiyaçları olursa onlara destek olun. 

4- Gerçekten söylemek istedikleriniz varsa, mecra bulunur. 

Yurt dışına ilk yerleştiğimde Türkiye’deki gibi yaratıcı ortamlara çok çabuk giremedim. Mesleğimle ilgili duygu ve düşüncelerimi insanlara nasıl iletebilecegimi uzun süre bulamadım. Her baktığım yerde tasarıma dair söylenecek şeyler görüyordum ama bunlarla ilgili konuşabileceğim bir ortam yoktu, daha doğrusu yok zannediyordum. Sosyal medyayı bunun için kullanabileceğimi keşfettiğimde çok rahatladım. Binlerce kişiye ulaşması falan umrumda değildi, ben bir şekilde derdimi anlatmak ve etrafa bu şekilde bakan kişilere benim o dönem hissettiğim gibi yalnız hissetmelerine gerek olmadığını gösterebilmek istiyordum. Twitter’da detaylı kurumsal kimlik tasarımı eleştirileri yazmaya, gördüğüm iyi, kötü ve çirkin şeyleri paylaşıp yorumlarımı aktarmaya başladım. İnsanın baktığı yerlerdeki yazıları okuyamadan duramaması gibi, ben de baktığım yerlerdeki tasarımları (ki gerçekten her yerdeler) okuyamadan duramadığım için söylemek istediklerim vardı. Mecra bunun sadece bir sonucu aslında. Twitter’ı bu personam için kullanmak, aldığım en doğru kararlardan biri oldu. Sonuç olarak söylemek istediğiniz şeyin ne olduğunu biliyorsanız söyleyecek bir yer elbet buluyorsunuz.

5- Elinizden geleni yaptığınızdan emin olun, gerisi hayat.

Bu son madde ne yurt dışıyla ilgili ne yurt içiyle, ne de yalnızca işle… Ama en önemlisi bu sanırım, o yüzden söylemeden geçmek istemiyorum. Hayattaki tüm şansıma rağmen (ki hep çok şanslı olduğumu düşünürüm) başardığıma inandığım şeylerin hepsini elimden geleni yaptığıma inanarak kazandım. Başkasına göre benim başarabildiklerim çok azdır, ya da bir başkası benim başardığım kadarını başaramaz belki hiç bilmiyorum (başarı nedir o da tartışılır zaten) ama daha önemli nokta şu; gerçekten elinden geleni yaptığı halde ‘başarısız’ olan kimseyi henüz görmedim. Sürekli elinizden geleni yapıyorsanız hayat bazen öyle bir denk getiriyor ki, tasarladığınız bir logoyu onbinlerce insan hayran olduğunuz takımın stadında, hem de Cumhuriyet’in 100. yılında hep birlikte havaya kaldırabiliyor. Elinizden geleni yaptığınızdan emin değilseniz ise, bunun gibi bir mucizeye tanıklık etme şansınız neredeyse hiç kalmıyor. 

Hala önümde uzun bir hayat ve kariyer olduğunu varsayarsak (umarsak diyelim ya da), bu yazdıklarımdan öte daha neler öğreneceğimi şu an tahmin bile edemiyorum. Muhtemelen bu yazıyı da yıllar sonra okuyup ‘ulan ne saçmalamışsın Aksel be’ diyeceğim ama bu yazıyı da haftalardır silip silip tekrar yazıyorum ve sonuçta an itibarıyla elimden geleni yaptığımdan eminim, gerisi hayat. 😊 

 

Bu yazı ilk kez Campaign Türkiye’nin 129. sayısında yayımlanmıştır.