artwork

Sürdürülebilirlik amaç olmaktan çıktı

1 yıl önce

0

Bir Kızılderili atasözü der ki: “Yeryüzü üzerindeki her şeye saygılı ol. İster insan ister bitki olsun. Doğa bizim için değildir, o bizim parçamızdır. Onlar senin dünyasal ailenin parçalarıdır.”

Sürdürülebilirlik kavramı ilk kez 1970 sonrası dönemde, çevre bağlamında ele alınmaya başlandı. 1987 yılında ise BM Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu [WCED] tarafından hazırlanan “Ortak Geleceğimiz” adlı Brundtland Raporu’nda kalkınmayla ilişkilendirildi, günlük dilimize girdi ve sonraki yıllarda da oldukça popüler oldu. Peki yıllardır hayatımızda olan bu kavramın tanımına tam olarak hakim miyiz? Genelde sürdürülebilirlik denince akla ilk olarak iklim değişikliği ve çevreye verilen zarar geliyor, bu da biraz kısıtlı kalıyor. Sürdürülebilirlikte hem sorumlu bir şekilde tüketmeyi hem de tükettiklerimizi üreten emekçilerin bütünsel olarak haklarını da düşünmeliyiz, yani sürdürülebilirlik hayatın tüm alanına yayılıyor…

Sürdürülebilirlik son zamanlarda, özellikle de pandeminin hayatımıza girmesiyle birlikte önemini daha da çok hissettirir oldu. Markaların halihazırda bu konuyla ilgili birtakım faaliyetleri vardı; KSS’lerinin bir parçası olarak tutma, amaç odaklı çalışmaları içinde yer verme gibi… İnsanlar, yapılan tüm bu iletişim çalışmalarının da etkisiyle zamanla daha çok bilinçli hale geldi ve aslında firmalardan daha fazlasını bekliyor. Şu ana dek sürdürülebilirlik temasına tezat olan hızlı tüketim kültürü hakimdi ancak oyunun değişmesi ve geldiğimiz noktada oyuncuların hamlelerini hızlandırması elzem oldu.

 

Uzun yıllara yayacak vaktimiz yok

Globalde de birçok şirketin 2030 veya 2050 yılı için net sıfır hedefleri mevcut ancak bu yıllar gerçekten çok uzak, dolayısıyla uzun vadeli hedeflerin, kısa vadede de gerçek bir değişim yaratması gerekiyor. McCann Worldgroup Global Başkanı ve Müşteri Sorumlusu Nannette Dufour da bu konuyla ilgili şöyle söylüyor: “Hedefler olumlu niyeti gösterir ancak birçok insan bunun gibi hedef belirlemenin gerçek ilerlemeyi engelleyebileceğine inanır. 8 veya 18 yıllık hedefler belirlemek, önünüzde eyleme geçme eksikliğini gizleyebilecek çok zaman olduğu anlamına gelir. Çok uzak hedefler belirleyerek krizi besliyoruz.”

İlk zamanların aksine artık, şirketler buna sadece amaca yönelik bir pazarlama olarak bakamaz, bu zamanı geride bıraktık; reklam sektöründen çoğu uzman da artık acil hareket alınması gerektiği konusunda hemfikir. Dentsu CSO’su Anna Lungley, Cannes Lions’da kaçınılmaz bir şekilde büyük bir tartışma konusu olan sürdürülebilirliği, verilen en büyük yaratıcı brief olarak değerlendiriyor ve “uğruna savaşmaya değer” diyor.

Peki taahhütler nasıl olmalı? Özellikle net sıfır taahhüdünde bulunan firmalar; özgün, şeffaf olmalı ve kanıtlanabilir ilerleme planlarıyla hareket etmeli. Daha önce yeşil aklamayla ilgili yaptığımız dosya kapağımızda da şirketlerin gerçekten “sürdürülebilir” olduğu konusunda duyulan şüpheden bahsetmiştik veya verdikleri mücadelede tam olarak ne yaptıklarına hakim olmayan insanlar da var. 

Şeffaflık ve paylaşımın önemi

Sürdürülebilirlik konusu doğal olarak markalar ve ajanslarda bir rekabet de yaratıyor; her biri daha iyi olan uygulamayı yapmaya, diğerinden farklı olmaya çalışıyor. Bunun içinde elde ettikleri bilgileri (kendilerince haklı bir açıdan) paylaşma taraftarı olmayabilirler ancak resme büyük açıdan baktığımızda bu dünyada hep birlikte yaşıyoruz ve iklim değişikliğinde oynadığımız rolde güç birliği yapmamızın iş dünyasındaki konumumuzla bir ilgisi yok. Dufour: “Dünyanın bu konularda ilerlemesine yardımcı olmak için tüm topluluk olarak yaptıklarımızı kullanabiliriz. Kültürü etkilemeye ve şekillendirmeye yardımcı olabileceğimiz gerçekten ayrıcalıklı bir konumdayız.” diyerek konuyla ilgili destekleyici görüşlerini sunuyor.

Teknoloji çözüm sunabilir mi?

Geçen yıl bu zamanlar metaverse kavramıyla tanışmıştık, şimdi daha çok konuşulmaya başlandı ve markaların çok daha fazla aktivitesi var konuyla ilgili. Örneğin; sadece iş yaşamındaki etkisini ele alsak bile işe gidip gelmek, seyahati azaltmak direkt olarak karbon emisyonlarını etkileyecek. Uzaktan bakıldığında tam da sürdürülebilirlik için biçilmiş kaftan gibi görünüyor ancak atlanmaması gereken birkaç detay da şöyle sıralanabilir:

  • Metaverse için kullanılan teknolojinin sera gazı emisyonları da kirlenmeye sebep oluyor.
  • Uygulamayı olabildiğince üç boyutlu hale getirmek için büyük veri merkezi işleme sunucuları gerekiyor ki bunlar da büyük miktarda enerji tüketip karbon emisyonlarını artırıyor.
  • Metaverse’ün erişim, deneyim ve bakım taleplerinden kaynaklanan e-atıklar meydana gelebiliyor.

Ayrıca henüz daha emekleme aşamasında olsa da bu evrende kullanılan blockchain’in de büyük ölçüde değişim sağlayabileceği konuşuluyor; üreticiler ve tüketiciler arasındaki iş birliklerini geliştirerek insanların daha sürdürülebilir yaşam tarzlarını benimsemelerine, firmaların kaynak bulmalarına ve geri dönüşüm uygulamalarını geliştirmelerine yardımcı olabilir.

Sürdürülebilirliğin etki alanı geniş

COVID-19 dönemini geçirdiğimiz bu iki buçuk yılda “Büyük İstifa” gündemimize oturdu; çalışanlar çeşitli sebeplerle bulundukları organizasyonlardan ayrılma kararı aldı, bunlara KSS projeleri olmayanlar da dahil. Son zamanlarda sosyal mecralardaki seslerinden de yola çıkarsak çok aşikar ki hem Z hem Y Kuşağı’ndan çalışanlar, sürdürülebilirliği gündemine almış bir şirketle çalışmayı istiyor (ya da orada kalma kararını büyük ölçüde etkiliyor). Çeşitli departmanların zaman ve maliyet tasarrufları da düşünüldüğünde yeni yeteneklerin işe alımı, eğitim süreçleri derken aslında onlar için de epey fark yaratıyor. Yani aslında yetenekte de sürdürülebilirlik sağlanıyor.

Evet, belki çoğumuzun aklına şu soru geliyor; “Herkes ufak tefek bir şeyler yapıyor, sadece bireysel boyutta dahi olsa bizi bu noktaya getiren bazı alışkanlıklarımızdan vazgeçiyor, yaşam tarzımızdan tavizler vermek zorunda kalıyoruz ama bunlar tüm dünyayı kurtarmaya nasıl yetecek?” Yapılan küçük bir hareket, gezegeni bir gecede değiştirecek olmasa da umut kırıntısının dahi harekete geçirme etkisi var; birinin yaptığı bir şey, diğerini de teşvik edebilir ve domino taşı etkisi gibi iyilik hızla yayılabilir.

Güçlü bir değişim ihtiyacı… Gelecekte değil, şimdi!

Necla Eylül Durukan

Campaign Türkiye Kıdemli Editörü

 

Bu yazı ilk kez Campaign Türkiye’nin Sürdürülebilirlik Özel sayısında yayımlanmıştır.

Senin için
Tümünü göster
Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi Başkanı Burak Dağlıoğlu: “Türkiye bölgesel bir üs…

T.C. Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi, Türkiye’nin sunduğu yatırım fırsatlarını küresel iş...