artwork

Seçimler hala sokakta kazanılıyor

2 yıl önce

0

Kuşak isimlendirilmelerine karşı olmamakla beraber kuşak markalamasına karşıyım. Ne yazık ki Z kuşağı kavramı bir tür pazarlama mantığıyla hayatımızda yer edindi. Bence Z kuşağına ulaşmak isteyenlerin yapması gereken en temel şey, bu pazarlama mantığına sesli biçimde itiraz etmek; Z kuşağına ürün ya da müşteri muamelesi yapanlara alenen karşı çıkmak. Ülkemizdeki çoğu siyasetçi ise bunun tam tersini yapıyor; Z kuşağını yıllardır beklenen “the kurtarıcı” olarak konumlandırıp gençlerin gönlünü hoş tutacağını sandıkları suni bir umut miti yaratmaya çalışıyorlar. Peki sonuç ne? Türkiye’nin Geleceğine Genç Bakış (İEA) araştırmasına göre 18-30 yaş arası gençlerin en güvenmediği kurumlar arasında, siyasi partiler -tarikatlardan sonra- ikinci sırada geliyor. Gençlerdeki bu güvensizliğin sebebi, kendilerine oy deposu olarak yaklaşan ve bu oy deposuna erişebilmek için her türlü kabın şeklini almaya hazır olan siyasetçi algısı. Gençler; Twitch’e çıkıp emojili tweet’ler atarak genç taklidi yapan siyasetçilere kanmıyor. Tersine bu çabayı “cringe” bulup daha sert bir direnç duvarı örüyorlar. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok, gençlerin güvenini kazanıp onlara mesajlarını iletebilmek isteyen siyasetçinin yapması gereken şeyler çok basit: Sahici kalmak, onları düzenli olarak dinlemek, güçlü şekilde duyurmak ve kendi ekiplerini gençleştirerek onlarla hareket etme kaslarını geliştirmek. Gençler peşinden gidecekleri kahramanları değil, kendilerine alan açacak rehberleri arıyor. Skywalker’ların çağı bitiyor, yaşasın Yoda’lar. 

Sosyal medyanın hayatımıza girişi ve 2008 Obama kampanyasında oldukça yaratıcı biçimde kullanılışı, siyasal iletişimde yeni bir ufuk açtı. Fakat belli bir noktadan sonra bu ufuk, kendinden önceki tüm kanal ve yöntemleri yutan bir kara delik haline dönüştü. Kamusal alan sosyal medyaya, liderler ise birer influencer’a indirgendi. Hâlbuki seçimler Twitter’da kazanılsaydı, en yaratıcı iletişim ekibine sahip olmak Güldür Güldür skeçlerini değil, iktidar yolculuğunu tetiklerdi. Kim ne derse desin, seçimler halen sokakta kazanılıyor. Grassroots’un, yani taban siyasetinin önemi hiçbir zaman azalmadı ve yüksek ihtimalle azalmayacak. Çünkü siyasetin doğası, aşağıdan yukarı bir akışı dayatıyor. Özellikle Türkiye örneğini incelediğimizde, başarılı olanlar her daim tabandan gelen ve tabanla temas kurmasını iyi bilen liderler. Unutmamak gerek, bu ülke; Robert Kolejli, T.S. Eliot çevirisi yapan şair bir lideri bile “Karaoğlan” olmaya itmiştir. Muhalefetin yerel seçim zaferinin getirdiği avantajlar, iktidar ve muhalefet arasındaki kampanya gücünü tamamen dengelemiş değil. Medya ve iletişim fırsatlarının yarattığı büyünün, taban siyasetini aksatma rehavetine dönüşmesi büyük bir tehlike. Seçimleri en çok gezen, en çok el sıkan, en çok kişiye sarılan ve en güzel gülen parti kazanacak. 

Siyasal iletişim kampanyalarının seçmen davranışındaki etkisini yadsımak imkansız fakat bu kampanyaları, her şeyi değiştirecek büyülü bir değnek gibi düşünmek büyük bir hata. Siyasal iletişime böyle yaklaştığımız sürece; “siyasal iletişim uzmanı” unvanıyla kanal kanal gezen, kerameti kendinden menkul adamların tuhaf iletişim deneylerini kendi vergilerimizle fonlatmaya devam ederiz. Oysa siyasi kampanyalar, çok paydaşlı bir takım oyununun ürünü olabildiği ölçüde başarılıdır. Doğru kampanya: Hedeflenen seçmen kitlelerine ulaşırken parti tabanını ve parti örgütünü de motive edebilmelidir. Çünkü mesajı insanlar yayar. Bence başarılı iletişimin sırrı, kelimenin etimolojik kökeninde saklı: “Communis” yani ortaklık. Siyasal iletişim, kitleleri dönüştürerek ortak zeminde bir araya getirip harekete geçirebildiği ölçüde başarılı oluyor. Bu açıdan yaklaştığımızda ne yazık ki Türkiye’de başarısız kampanya sayısı ezici çoğunlukta. Biz daha ziyade; havalı sloganlara, bol bütçeli reklam filmlerine ve billboard serilerine alışığız. Çünkü “brick”ten çok “click”e odaklı reklamcıların, kendilerini siyasal iletişim gurusu ilan etmelerine göz yumuyoruz. Az sayıda olmakla beraber, dönemin ruhunu yakalayıp kitleleri dönüştürerek müşterek değerler etrafında toplamayı başaran kampanyalar da mevcut. İlk akla gelenler: DP’nin 1950’deki “Yeter Söz Milletindir” kampanyası, Ecevit’in “Umut Yılı” ilan ettiği 1977 yılındaki CHP kampanyası, AKP’nin Ergenekon-Balyoz sonrası “Yetmez Ama Evet” referandum zaferini takiben “Haydi Bir Daha” diyerek mutlak hegemonyasını devamlılığını ilan ettiği 2011 kampanyası ve yıllar sonra Türkiye’de muhalif seçmenin umudunu yeşertip “Biz de kazanabilirmişiz” duygusunu yaratan Millet İttifakı’nın 2019 yerel seçim kampanyası. Bunların asıl başarısı, sosyolojiyi dönüştürme potansiyellerinde saklı, slogan ya da seçim şarkılarının güzelliğinde değil.

Burak Savaş

Siyasal İletişimci

 

 

 

Bu yazı ilk kez Campaign Türkiye’nin 125. sayısında yayımlanmıştır.

Senin için
Tümünü göster
Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi Başkanı Burak Dağlıoğlu: “Türkiye bölgesel bir üs…

T.C. Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi, Türkiye’nin sunduğu yatırım fırsatlarını küresel iş...