artwork

İletişimde global başarı nasıl kazanılır?

4 yıl önce

0

Asya’daki ülkeler, Çin’de, Hindistan’da, Singapur’da ve Avusturalya’da büyük dünya sorunlarında çözümün bir parçası olabileceğimizi söylüyor.

WE İletişim’in kurucusu Melissa Waggener Zorkin için yeni köprüler kurmak, bir amaç bulmak ve büyük verilerden küçük veriler elde etmek kilit noktasını oluşturuyor.

Son yıllarda Çin’de, Singapur’da ve Hindistan’da kurduğu üç PR şirketinin ardından, Asya-Pasifik’te de büyümeye devam etti. Geçen yıl gerçekleştirdiği %15 oranındaki büyümeyle,  Avusturalya’daki en büyük başarısını elde etti.

WE, Singapur’da yıllık global liderlik toplantısını gerçekleştirdi. Campaign de kurucu başkan Melissa Waggener Zorkin ile bölgedeki etkilerini ve global ticaretteki değişiklikleri tartışmak için oradaydı. 

Burada gerçekleşen liderlik toplantınızla birlikte, küresel iletişim ağınızı güçlendirirken Asya’nın hangi yönlerinden yararlanmayı düşünüyorsunuz?

Hiç kuşkusuz, eylemlerimizin çoğunun gerçekleştiği yer burası. Burada bulunma sebebimiz de bu. Amacım, globalin sadece bir haritadaki noktalar değil de müşteriye ulaştırdığımız global bir zihniyet anlamına geldiğinden emin olmak. Bununla beraber güçlü yerel anlayış ve çevreyle başlıyoruz. Tabii ki bu Asya’nın sağladığı bir şey.

Anlaşmalı olduğumuz şirketlerin çoğu, çok uluslu şirketler. Burada nasıl iş yapılacağını anlamak istiyorlar. Asya ülkelerindeki ekiplerimizin hepsi bize yardımcı oluyor. Dijital liderlikte yaptığımız işlerin çoğu bu bölgeden çıkıyor.

Ajanstan ayrılan uluslararası başkan Alan Vandermolen ile liderlik değişimi yaptınız ve 

Kass Sells bu rolü üstlendi. Bu değişimle beraber uluslararası çalışmalarda yeni bir vurgu görebilir miyiz? 

Alan üç yıl boyunca bizimle beraberdi ve tam olarak ondan istediğimiz şeyi, dünyada gerekli noktalarda etkili olmayı başardı. Buna karşın liderlerimiz küresel müşterileri araştıran, köprü kuran ve herkesin birbirine bağlandığından emin olacak şekilde birleşmesi için ihtiyacımız olan şeyin bir çekim noktası haline geldi. Şimdi bize gerekli olan, uluslararası başkanımız Kass Sells ile Kuzey Amerika başkanımız Dawn Beauparlant. Kass, Kuzey Amerika’nın başındaydı, buradaki niyetim birlikte çalışarak ortak kararlar aldıklarından, değerleri, insanları ve yatırımları gözle görüldüklerinden ve dünyayı yöneten iki insanla çalışabileceğimizden emin olmaktı. Sanırım şimdi en çok ihtiyacım olan şey, iş birliği yaptığımızdan emin olmak için tüm ofislerimizin ortak gücünü bir araya getirmek.

İletişim sektöründe karşılaşılan en büyük zorluk nedir?

Başarılı yapıldığı zaman iletişimin gücünü anlamak ve insanları her gün yaptığımız işle gerçekten harekete geçirmek, iletişim doğru bir şekilde yapıldığı zaman işlerin değişebileceğini anlamak. Yani iletişim; şeffaf, otantik, iyice düşünülmüş, entegre ve bir şirketin kalbinden ve ruhundan gelerek yapılmalı. Aslında bu bir zorluk değil, en büyük fırsat.

Markaların PR’ın önemini yeterince anladığını düşünüyor musunuz? 

Kesinlikle evet. Müşteriler nereden başlayacaklarını bilmek istiyorlar. Onlara en başından başlamaları gerektiğini yani  ‘amaçlarını bulmalarını’, en iyi yaptıkları şeyi fark etmelerini ve içtenlikle herkese söylemelerini, çalışanlarından geri bildirim aldıklarından emin olmalarını söylüyoruz. Bu yüzden PR , ‘Başlayalım ve şirketin ruhunu görelim’ diyebilen o ekip olmak için çok iyi bir konumda.

‘Brands in Motion’ araştırmanızla, markalarla birlikte amacınızı gerçekleştiriyorsunuz. Asya markaları güçlü duruşlar konusunda daha az cesur olmaları nedeniyle kötü bir üne sahipler, bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bazılarımız buna inanabilir ama veriler bize farklı sonuçlar veriyor. Bir çeşit fark yaratmak için yeni bir adım atan ve STK’lar ile ortaklık kurmak isteyen bir şirketten haber aldık. Yani kesinlikle katılmıyorum. Asya’daki ülkeler bizim Çin’de, Hindistan’da, Singapur’da ve Avusturalya’da büyük dünya sorunlarında çözümün bir parçası olabileceğimizi söylüyor.

Brands in Motion’un bize öğrettiği bir diğer şey ise (bence bu Asya’daki ülkeler için belirleyici) şüphesiz ilk önce tüketici için işlevsellik fikrini çözmemiz gerektiği. 

Aynı zamanda, şirket ahlakı, bir şeyleri pazara nasıl getirdikleri, nasıl davrandıkları, sorumlulukları ve amaçları gibi nedenlerle çok güçlü bir şekilde eşleştirildi. Ülkeden ülkeye değişse de hala birlikte düşünülmeli. 

Verilerin bolluğu sektörü değiştiriyor. Ayrıca içgörü ve analitik konularına yatırım yaptınız. Müşterilere karşı verdiğiniz en büyük veri mücadelesi nedir? Güven ya da ölçüm mü? 

Verilerin gücünü ve büyük veri bankalarını tanıyarak verilerin iyi bir kaynaktan geldiğinden emin olmanın önemini biliyorum. Bununla birlikte, müşterilerin istediği (ki bunun hemen olmasını istiyorlar) daha sonraki adımı öğrenmek için “içgörüyü” onlar için tahmin etmemiz. Bunun sonucunun nereye götüreceğini bilmek istiyorlar. Bu nedenle en büyük zorluk, büyük verilerden küçük verilere hızlı bir şekilde geçmektir diyorum.

Bunu şimdi her görevde, her teklif talebinde, attığımız her adımda görüyoruz. Evet, verilerin özetlenmesini istiyorlar. Böylece işi tamamladığımız için güvende hissedecekler ve işe yaklaşımınızın analitik olduğunu düşünecekler ancak bittiğinde, bir sonraki istekleri şu olacak: “Bana içgörüyü söyle, hemen şimdi söyle çünkü bundan sonra konuştuklarımızın, insanları nasıl farklı bir yöne yönlendirebileceğimize dair fikirler olmasını istiyorum.”

Bu yıl sosyal medya şirketleriyle ilgili olumsuz başlıklar gördük. Bu platformlara yönelik görüşler değiştikçe, onları kullanma şekliniz de değişir mi?

Direkt olarak Facebook üzerinden yorum yapmamalıyım ama söylemek istediğim şey: “Sizce ne kadar bilgi yeterli? Büyük teknoloji şirketlerinin ve beraber çalıştığımız birçok kişinin düzenlemenin inanılmaz derecede önemli olduğunu fark etmesi gerekiyor. 

Müşterimiz Microsoft’un başkanı Brad Smith, yüz tanıma sisteminde devlet düzenlemesi talep ediyor. Bu talebin iletişimcinin işini etkilediği söylenebilir mi?

Evet, program oluşturma şeklimiz ve müşterilerimize danışmanlık yapmamız konusunda etkiliyor.

 

Teknoloji şirketlerinin yaklaşımlarının ne kadar şeffaf olduğunu, bir kullanıcıyı gerçekten sahip oldukları konusunda nasıl ikna ettiklerini ve yaptıkları her şeyin özünde güven kavramı olduğunu anlayacağınızı düşünüyorum. Sahip olduğumuz şeylerle ne yapabiliriz? Teknoloji şirketlerindeki güçlü liderler gerçekten ne yapmak istiyorlar ve müşterileriyle nasıl yeni ilişkiler kurabilirler?

Campaign Asya-Pasifik Yayın Yönetmeni

Robert Sawatzky

 

 

 

Bu yazı ilk kez Campaign Türkiye’nin 90. sayısında yayımlandı.