artwork

Gerçeğin peşinde değiliz

5 yıl önce

0

Yazar Dave Trott Winnie-the-Pooh kitabındaki bir olaydan yola çıkarak insanların tekrarlanmış bilgilerin gerçekliğini sorgulamamasından yakınıyor.

Winnie-the-Pooh kitabında kardaki bazı izler, Piglet ve Pooh’un dikkatini çekiyor. Bu izlerin Woozle’a ait olduğuna karar veriyorlar. Hiç kimse bir Woozle görmediği için izleri takip etmeye başlıyorlar. Bütün orman yolu boyunca takip ettikleri izlere iki iz daha katılıyor. Bu durum onlar için bir sürpriz oluyor, birkaç tane Woozle olabileceğini düşünüyorlar. Bu izleri de başka izlerle karşılaşıncaya kadar takip ediyorlar.

Piglet ve Pooh heyecanlanıyor, daha da fazla iz görüyorlar. Christopher Robin karşılarına çıkıyor ve nefesleri kesilerek inanılmaz haberi veriyorlar. Christopher Robin onlara aslında daire çizdiklerini ve takip ettikleri izlerin kendi izleri olduğunu açıklıyor. Orman etrafındaki her turlarında öncekilere bir tane daha ekleniyor, yani aslında Woozle’ın varlığı doğru değil.

Bu olay, yayıncılıkta “Woozle etkisi” veya “yayın yanlılığı” olarak bilinmekte.

Bir hikaye yazmak zorunda olan gazeteci, daha önce yayınlanan materyali aramak için internete giriyor. Bulduğu şeylerin gerçek olduğunu farz ederek onları basıyor. Bir sonraki gazeteci, bunun iki kaynak ile sunulduğunu görüyor ve tabii ki bunun da bir gerçek olduğunu farz ediyor. Daha sonraki gazeteci ise üç kaynak ile sunulduğunu gördüğü için sorgulamadan gerçek olarak kabul ediyor ve bu, böyle devam ediyor. 

Bunu kendim de deneyimledim. Yıllar önce junior iken ilk röportajımı bir reklam ticaret gazetecisiyle yapmıştım. Bill Bernbach’tan Buddha’ya hayranı olduğum birçok insandan alıntı yaptım. Gazeteci, Budist olduğumu düşündü ve bunu yayımladı. Kısa bir süre sonra başka bir gazeteci bunu okudu ve bu konu hakkında hiç konuşmamamıza rağmen benim Budist olduğumu yazdı. Sonra başka bir gazeteci bunu tekrarladı ve benim Budist olduğum artık bir gerçek haline geldi. Kimse bana işin aslını sormakla ilgilenmedi; gerçek olmalıydı çünkü birkaç kez yayımlanmıştı.

Yani bu hadise yeni değil, sski Çin’de “Three makes a tiger.” (Üç, kaplan gücündedir) olarak biliniyor.   

Savaşan devletler döneminde (M.Ö. 475-221) Pan Cong, imparatoru kendisiyle ilgili yapılan dedikoduları dinlememesi konusunda uyarmak istedi. Balkonundan, aşağıdaki işlek caddeye bakmasını istedi ve şöyle söyledi: “Bir adam aşağıda kaplan olduğunu söyleseydi ona inanır mıydınız?” İmparator cevap verdi: “İnsanların ne kadar sakin olduğuna bak, tabii ki hayır.”

Pan Cong: “İki erkek orada bir kaplan olduğunu söyleseydi peki?”

İmparator: “Hmmm, bu bir an durup düşünmeme sebep olabilir.”

Pan Cong: “Üç erkek orada bir kaplan olduğunu söyleseydi?”

İmparator: “Üç erkek, o zaman evet, kesinlikle inanmak zorunda kalırdım.”

Pan Cong: “Yani gözünüzle görmenize rağmen eğer üç erkek orada kaplan olduğunu söyleseydi inanacaktınız öyle mi?”

İşte o zaman imparator mevzuyu anladı. Çoğumuzun düşünce şekli de böyle; gerçeklerin peşinde değiliz, söz birliği arıyoruz. En başa dönmüyoruz ve olayları kendimiz çözmeye çalışmıyoruz. Çoğunluğun ne düşündüğü ile başlayarak bunun üzerine inşa ediyoruz. Bunun sürüyü takip etmek olduğunu düşünmüyoruz.

Mesela yaban sıçanı ile ilgili bir efsane de doğru değil; Walt Disney bunu film için uydurdu ancak o kadar tekrar edildi ki herkes inanıyor.

Dave Trott

Creative Mischief, Predatory Thinking ve One Plus One Equals Three kitaplarının yazarı

 

 

Bu yazı ilk kez Campaign Türkiye’nin 91. sayısında yayımlandı.