artwork

“Değişime adapte olabilen hayatta kalıyor”

4 yıl önce

0

İnomist İletişim Danışmanlığı Ajans Başkanı Sibel Selvi Arslantürk, korona günlerinde endüstriyi ve iş hayatını yorumluyor: “Değişime adapte olabilen hayatta kalacak.”

Sibel Selvi Arslantürk, İnomist İletişim Danışmanlığı Ajans Başkanı

Dünya genelinde toplumların sağlığını tehdit eden bir salgın olarak başlayan koronavirüs kısa süre içinde alışkanlıklarımızı, iş yapış biçimlerimizi, önceliklerimizi, planlarımızı ve nihayetinde hayata bakış açımızı değiştirdi. Belki de bu süreçte gündemimizde en fazla yer edinen kavramlardan biri “adaptasyon” oldu. Salgınla birlikte önce hijyen konusunda almamız gereken önlemlere adapte olduk, ardından çok kısa bir süre içinde ofislerimizi bırakıp evden çalışmaya ve dijital toplantılara adapte olduk, zaruri ihtiyaçlar dışında evden çıkmadan yaşamaya ve market alışverişlerimizi bile online olarak yapmaya adapte olduk, kendimiz için yeni uğraşlar bularak evde iyi vakit geçirmeye adapte olduk, sevdiklerimizi korumak için görüntülü sohbetlere adapte olduk… Ve gördük ki, eskiden bize zor gelen ya da çok tercih etmediğimiz şeyler zorunluluk olunca, biz onlara çok hızlı adapte olduk… Çünkü insanoğlu hem fiziksel hem de duygusal değişkenlere karşı çok gelişmiş bir adaptasyon gücüne sahip. İlk olarak 1864 yılında İngiliz filozof Herbert Spencer’ın yayınladığı Biyoloji İlkeleri isimli kitapta kullanılan ve Darwin’in doğal seçilim teorisinin temeli olan “Değişime en çok adapte olabilendir, hayatta kalan” prensibi, içinde bulunduğumuz bu zorlu dönemin de özeti olacak gibi görünüyor.

Nasıl ki hükümetler, uluslararası örgütler, sivil toplum kuruluşları, bilim insanları, stratejistler ve çok daha fazlası sadece bugüne değil bugünden sonra başlayacak yeni dünya düzenine odaklanıyorsa, markaların da aynı şekilde bugünden hangi adımları atmaları gerektiğini planlayarak “yeni normal” diye adlandırılan bu düzene hızla adapte olabilmeleri büyük önem taşıyor. Bizleri bekleyen “yeni dünya düzeni”nin tam olarak nasıl olacağını yaşayarak göreceğiz ama bildiğimiz bir şey var ki, “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” ve “geleceğin toplumunun inşasında bilim, teknoloji ve inovasyon başroldeki yerini güçlendirecek”.

Duyarlı markalar daha çok tercih ediliyor
Bilim ve teknolojinin ışığında yaşanılan bu değişim, kuşkusuz markaların iletişim süreçlerini de derinden etkiliyor. Kamuoyu araştırma şirketi Strateji Co’nun Dünya Gazetesi işbirliği ile Türkiye genelinde gerçekleştirdiği Koronavirüs Gündem Araştırması’na göre; bu süreçte “duyarlı” markaları satın almayı tercih eden tüketicilerin oranı yüzde 65 düzeyinde. Bu araştırma Türkiye’de ilk koronavirüs vakası tespitinin ertesi günü 12-14 Mart tarihleri arasında yapılmış, eğer bugün tekrarlanmış olsa bu oran belki çok daha yukarılara çıkabilir. Bu noktada markaların geliştirdikleri ürün, hizmet, teknoloji ya da finansal kaynakları ile çözümün bir parçası olmalarının ne kadar büyük önem kazandığını görüyoruz. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde tüketicilerin marka tercihlerini yaparken çok daha hassas olacakları gerçeğinden hareketle, sosyal sorumlu kurumların tüketicileri ile sıkı bağlar kuracaklarına şahit olacağız. Markaların sosyo ekonomik konulara çok daha yüksek oranda dahil olacağını ve bu doğrultuda sağlık, eğitim, çevre gibi hayata dokunan her alanda dünyanın ve yerel toplumların sorunlarının çözümü için daha da yoğun olarak çalışacaklarını söylemek mümkün.

Markaların krizden güçlenerek çıkmalarında etkin paydaş iletişimi çok önemli
Kriz dönemleri gibi tedirginlik ve belirsizliğin hakim olduğu zamanlarda iletişim ihtiyacı her zamankinden daha çok artar. Nasıl ki kamuoyu televizyon, bilgisayar ya da telefon ekranlarından koronavirüsle ilgili güncel gelişmelere, alınan önlemlere, tavsiyelere dikkat kesilmiş durumdaysa, aynı şekilde markaların da müşterileri, hissedarları, iş ortakları, tedarikçileri, çalışanları gibi ekosistemlerinde yer alan tüm iç ve dış paydaşları onlardan gelecek haberlere odaklanmış durumda. Bu nedenle markaların hedef grup ve paydaşlarıyla iletişimlerini her zamankinden çok daha güçlü tutarak bağlarını kuvvetlendirmeleri, onlara yalnız olmadıklarını ve başarıya giden yolun hep birlikte mücadeleden geçtiğini anlatmaları, şeffaf bir şekilde ve düzenli periyotlarla bilgi paylaşımı yapmaları çok önemli. Bu iletişimi doğru kanallar üzerinden, doğru yöntemlerle, doğru zaman planı içinde ve büyük bir titizlikle hazırlanan doğru içeriklerle yapmaya özen göstermek gerekiyor. PwC tarafından 43 ülke ve 25 farklı sektörden 2 binin üzerinde şirketin üst düzey yöneticilerinin görüşleri ışığında 4 bin 500’den fazla krizin değerlendirmesi sonucu hazırlanan Küresel Kriz Araştırması 2019, krizden güçlenerek çıkan şirketlerin ortak noktalarından birinin iç ve dış şirket paydaşlarını kapsamaları olduğunu gösteriyor. Kriz iletişimi yönetiminin olmazsa olmazı olan “paydaşlarla kurulan çift yönlü, şeffaf ve etkili iletişim modeli” paydaşların kriz anında markanın yanında olmalarına büyük katkıda bulunuyor. Markaların önümüzdeki dönemde, paydaşlarının kendilerinden bilgi paylaşımı konusunda çok daha şeffaf ve hızlı olmalarını bekleyeceklerini dikkate almaları gerekiyor.

İşveren markası olmak hayat kurtarıyor
PwC’nin Küresel Kriz Araştırması krizden sonra kendisini “daha iyi durumda gören” şirketlerin yüzde 93’ünün krize ekip olarak müdahale ettiklerini ortaya koyuyor. İyi bir ekip çalışmasının ne kadar önemli olduğuna dikkat çeken bu çarpıcı veri, işveren markası olmanın değerini ortaya koyuyor. Markaların bu dönemde kurum içi iletişim çalışmalarına ağırlık vermeleri, çalışanlarına birlik ve beraberlik duygusunu aşılayarak onları duygusal olarak zor zamanlardan geçilen şu günlerde motive etmeleri hem kurumsal sadakat hem de çalışmaların başarısı ve sürdürülebilirliği için büyük önem taşıyor. Kariyernet’in “HR Pulse” araştırma serisi kapsamında CURIOCITY işbirliğiyle gerçekleştirdiği “Koronavirüs ve İş Hayatı” araştırmasının sonuçlarına göre; çalışanların yüzde 36’sı şirketlerinin yönetimine güvenmiyor, yüzde 33’ü ise şirketlerinin salgın sürecindeki tutumunun iş performanslarını olumsuz etkilediğini belirtiyor. “Bu zorlu dönemde şirketiniz motivasyonunuzu artırmak için ek uygulamalar yapıyor mu?” sorusuna çalışanların yüzde 85’i ise “hayır” cevabını vermiş durumda. Bu noktada ülke olarak, işverenin sunduğu ekonomik, psikolojik ve fonksiyonel faydaların toplamı olarak özetleyebileceğimiz işveren markası anlayışında biraz daha yol kat etmemiz gerektiğini söylemek mümkün. Markaların başarılarının nitelikli, motive ve mutlu çalışanlarla doğru orantılı olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. Bu konuda elbette liderlere de büyük rol düşüyor.

İletişim danışmanlığı ajansları sürecin neresinde?
İç ve dış paydaşlarla iletişimin belki de her zamankinden daha kıymetli hale geldiği bu dönemde markalar, iletişim danışmanlığı ajanslarının önemini bir kez daha hissettiler. İletişim ajanslarının risk yönetimi ve kriz iletişimi süreçlerini başarılı bir şekilde planladıklarını, paydaşlarla olan iletişimin sağlıklı yönetilmesine ciddi katkılar sağladıklarını, kurum içi iletişim çalışmalarına büyük destek sunduklarını, sosyal fayda sağlayan içerik ve projeler geliştirerek kurumsal itibara katkıda bulunduklarını ve çok daha fazlasını gördüler. İletişimin önümüzdeki dönemde çok daha kritik düzeyde önem kazanacağına ve ajansların değişen koşullara “adaptasyon” konusunda ne kadar hızlı olabildiklerine bir kez daha şahit oldular.

Özveri, sağduyu ve toplumsal dayanışma ile bugünleri atlatacağız”
Yardımlaşmayı, birlik olmayı ve sabırla mücadele etmeyi çok iyi bilen bir toplum olarak bu zorlu günleri özveri, sağduyu ve toplumsal dayanışma ile hep birlikte atlatacağımıza gönülden inanıyorum. En büyük temennim yaralarımızın daha da derinleşmemesi için bu sürenin fazla uzamaması…

Sağlık dolu, mutlu, umutlu günlerin çok yakın olması dileğiyle…

Sibel Selvi Arslantürk
İnomist İletişim Danışmanlığı Ajans Başkanı