artwork

Yeni normal bize ne gösteriyor?

4 yıl önce

0

Az çok benzer deneyimlerle yaşadığımız alışılmadık bir dönemin ardından, “yeni normal” dediğimiz bir dönemin koşullarını konuşur olduk. Bu dönemde trendlerin nasıl şekilleneceği üzerine teoriler, bu teorileri temel alan stratejiler üretiyoruz.

Tüm bunlar bize, yaşadıklarımızdan, yaşamakta olduklarımızdan hiç ders almadığımızı gösteriyor. Yeni normal dediğimiz yeni mi olacak, hatta normal mi olacak bilmiyoruz.

Aslen uzunca bir zamandır, iş dünyası, sivil toplum, ülkelerarası ilişkiler ve dengeler açısından belirsizliğin en belirgin gündem maddesi, beklenmediğin en büyük beklenti haline geldiği bir dünyada ve zamanda yaşıyoruz. Bu farklı dünyada, yaptığımız her şeyi farklı yapmak gerekiyor.

Pandemi, belirsizliğin belirgin gücünü bizzat yaşayarak deneyimlememizi sağladı. Şimdi bunun geride kaldığını düşünüyoruz ve hala bu dünyada istikrarın istikrarsızlık ve belirsizlik üzerine kurulu olduğunu görmezden geliyoruz.

Bu dünya, şirketlerin varoluş amaçları ve yapısal güçleri üzerine kurulu temel stratejilerini asla unutmadan, çok farklı gelişebilen anlık durum ve görünümlere hızlı bir şekilde uyum sağlamalarını gerektiriyor. Günümüzde krizler ve fırsatlar, yönetimleri açısından benzer özellikler gösteriyor. Krizlerin oluşturduğu tehditlerin ya da fırsatların sunduğu avantajların, temel stratejiden saptırıcı etkisine engel olabilmek gerekiyor. Zira zemin, sürekli değişiyor.

Şirketler, bu istikrarsız zeminde istikrarlı adımlar atmak zorunda. Bu kaygan zeminde adım atarken de tutunabilecekleri iki şey var: Yapısal güçleri ve içten dışa tüm paydaşları. Yapısal güçler ve paydaşlar arasındaki köprüyü kuran şey ise, iletişim. Bugünün koşullarında şirketlerin, insanların duygu ve düşünce dünyasında nasıl bir yer tuttukları çok daha önemli.

Zira, ortaya çıkacak yeni trendlere yönelik stratejiler, ancak insanların duygu ve düşünce dünyasında sahip olunan yerin izin verdiği oranda başarılı olacak.

Ali Akkın
İDA Üyesi PRactice Communication Management Kurucu Ortağı

 

Bu yazı ilk olarak Campaign Türkiye’nin 102. sayısında yayımlanmıştır.