artwork

“Türk yazar olmaz, yapamazsın”

2 yıl önce

2

TBWA/Chiat/Day Los Angeles Kıdemli Reklam Yazarı Mustafa Ülker, zorlu geçen hayatının karşısında nasıl güçlü durduğunu ve engellerin onu nasıl motive ettiğini de katarak ilham verici, başarılı hikâyesinin Amerika’da nasıl devam ettiğini anlatıyor.

Benim hikayem, Eskişehir’de, 13 yaşında masa tenisi lisansı almak için tek başına gittiğim sağlık ocağının çamaşır suyu kokulu koridorunda doktorun suratıma tokat gibi çarptığı: “Senin kalp kapak problemin var.” sözleriyle başladı. Raketim orada gömülüdür. Geçmiş olsun. 

Afalladım. Daha kendime gelemeden bana merhaba diyen bir ses kulağıma tam bi’ şeyler fısıldayacak ki babam geldi, beni aldı. Hastaneye gittik.  

Biraz sonra echo odasında kardiyologlar ve ben makineye bağladığımız kalbimin sesini dinledik. Ben gerçekten dinledim. Ne olduysa sonrasında oldu hep. 

Boğaziçi’nde mühendislik okumamı isteyen annemler Marmara İşletme Bölümü’ne girdiğimi duyduğunda sevinç çığlıkları atamadı ama yine de beni İstanbul’a gönderdiler sağ olsunlar. 

Marmara’da son sınıfta pazarlama seçtim ve yakın arkadaşlarımla birlikte Bahçelievler’in ilk reklamcılık klübünü kurdum. 

Kulübün dışında harçlık çıkarmak ve İngilizce geliştirmek için havaalanından turist transfer işine de girmiştim. Havaalanında misafirleri beklerken kendimi dünyanın değişik yerlerine yolcu ederdim. Biletler bedava. 

Mezun olduktan sonra Graffiti diye çok özel bir ajansta yazarlık yaptım ama öğretmen çocuğu için yarış bitmez çünkü önünde hep daha iyisi vardır. Böyle hissettiğim bir gün Google’a “Best Advertising School” yazdım ve karşıma Miami Ad School çıktı. İlk search’te aşk buydu! Tabii ben sabahlara kadar düşlesem de ailemin karşılayabileceği bir sey değildi ama tesadüfen okulun İstanbul’a şube açacağını öğrenince tutmayın küçük enişteyi. 

Ertesi gün okul daha kendi alan adını alamadan ben miamiadschoolistanbul.com’u açtım. Sayfayı 30 saniye görüntüleyip okulun sitesine yönlendirdim. Böylece %50 burs kazandım. 

Genelde okulun ilk günü hep tersine giden ayaklarım Miami Ad School’a koşturuyordu. Dönem sonu da Top Dog (okul birincisi) oldum. Zeynep Karahan, İlkay Yıldız, Kaan Ayce, Erdinç Mutlu, Kaan Ertüz… Daha adını sayamadığım ne ustalarla tanıştım. 

Miami Ad School bizi global yarışmalara hazırladı. Emre Ünaylı ile birlikte Clio Awards’ta Dijital kategoride altın kazandık. Bu ödülle sonra Amerika’da 0-1 vizesi aldım.

Ödül de neymiş. Hayat ödül.” 80’lik Eskişehir Gandalf’larından echo sırasında aldığım “vah vah pek de gençmiş” temalı Kefen X’lerde topladığım içgörülerle olumvarabi.com’u yaptım.

Hayatın aslında ne kadar kısa olduğunu hatırladığım bir projeydi bu (2012). 5 üyeyle başlayıp, iki ay içinde 1.000.000 ziyaretçi aldı. Sevdiğim bir reklamcı siteme sponsor olmak istedi. Ardından Elif Key, işi köşesine taşıyınca ben yan projelerin sihirli güçlere sahip mistik yaratıklar olduğuna emin oldum. 

O günden sonra yan proje yapmayı hiç bırakmadım. 2021’de yaptığım @wordofmouth— sadece bağışla ulaşılan maske projeme W+K Executive Creative Director’ı Susan Hoffman destek verdi. Sideshow yarışmasında “Best In Writing” kazandım. Buradaki iş görüşmelerinde bu tarz projeler çok ilgi çekiyor hatta birçok işe alım yapan, beni böyle bulduğunu söylüyor. 

Miami Ad School New York’tan mezun olur olmaz büyük bir ajansta çalışan bir Türk reklamcının yanına işlerimi göstermek için koşarak gitmiştim.

Son sekiz yıldır bana söylenenlerin tam tersini yapıyorum. “Mustafa Türk reklam yazarı olmaz, çok zor, yapamazsın” demişti. Bilmiyorum belki de haklıydı biraz ama öyle söylenir mi…

Başka bir dilde yazarlık yapmak çılgınlık gibi gelse de çalışarak yapabileceğin bir şey bu. Ben yapıyorsam sen de yapabilirsin. Dezavantajları Jiu Jitsu ile avantaja çevirebilirsin.

Gecen ay (Ex) W+K Executive Creative Director’ı Jason Bagley’in A.S.A.P. programına katıldım.  Jason kariyerinin başında W+K gibi yerlerde çalışanların kendisinden çok daha akıllı ve cool, kendisinin yeteneksiz olduğuna inanıyormuş. 

Bir gün okuduğu söz, bakış açısını değiştirmiş: “Genius doesn’t exist. Just hard work.” “Eğer bu söz doğru ise ben herkesi çalışarak geçebilirim.” demiş kendine ve sonra hiç durmamış. 

Üstesinden gelemeyeceğin hiçbir şey yok hatta üstün yetenek kimi zaman lanetin  çünkü iyi fikirler doğal olarak gelir sana. Engeller bir lütuf gibi; daha iyisi için sürekli çalışırsın ve mükemmele ulaşırsın.

Dezavantajlar nasıl çevrilir? Tam tersini hayal et; Türkiye’deki ortağın Joe, “ben Türkçe biliyo” diyerek kolları sıvamış. Bu durum insanların hoşuna gider miydi?

Ajanstaki Türkler kelime şakası fikirleriyle gelirken Joe evrensel içgörüler ve sağlam fikirler sunuyor. Kelime bilmiyor ki şaka yapsın. 

Problemlere farklı yaklaştığı için herkesten değişik çözümler üretiyor. Yeni bir kültür ve renk getiriyor. Liste böyle…

Her ne kadar benim annem İngilizce öğretmeni olsa da ana dilim İngilizce değil ama burada konuşulan ortak dil de aslında İngilizce değil: “fikir”. 

Gramer bozuk olsun, parlak fikirlerin varsa Zoom’da duyuluyor sesin. Maalesef Türkiye’de olmayan şey bu; fikre ve yaratıcısına yeterince değer verilmiyor. 

Burada da problemler var tabii. Mesela Meta/Facebook gördüğüm en dağınık yerdi. 1-2 ay beklediğimiz bir lansman brief’inden kimsenin bir şey anlayamadığını gördüm. Önce ben kendimi suçlamıştım, bende mi bir gariplik var diye. 

2013’ten beri New York ve Los Angeles’ta birçok yerde çalıştım. İnsanın olduğu her yerde sorun, süreçlerin doğal bir parçası. 

Bir de hayatın iş olduğuna inanmış bazı Amerikalılar, yaratıcı süreçlere “gym/vücut geliştirme” mantığıyla yaklaşabiliyor. Push, push, push… 

Dünyanın garip bir dönemden geçtiğini söylemeye gerek yok. Müşteriler, ajanslar, brief’ler, süreçler her şey çok acayip ama ne olursa olsun eğlenmenin yolunu fikirlerle buluyorum ben. Başka yolu da yok zaten. Engelleri ve problemleri Jiu Jitsu yapmayı seviyorum.

Türkiye’ye yılda bir kere geliyorum. Bundan sonra her geldiğimde Amerika’daki hikayemi anlatacağım ücretsiz oturumlar vermek var aklımda. Herkese azıcık katkım olursa şu hayat bir tık daha anlamlanmış olacak. Çünkü ölüm var abi. 

 

Bu yazı ilk kez Campaign Türkiye’nin 124. sayısında yayımlanmıştır.