artwork

Sürdürülebilirlik bir iletişim meselesidir

11 ay önce

0

“Dünya herkesin ihtiyacını karşılayabilir ama açgözlülüğünü değil.” Mahatma Gandhi

Endüstri devrimiyle değişen üretim ve tüketim pratiklerine karşı biricik gezegenimizin hoyratça kullanılan kaynakları şimdiye kadar idare etti. Ama bu kaynakların insanlar tarafından amansızca boyunduruk altına alınma şekli, artan nüfus ve buna karşılık gelen ihtiyaçları düşündüğümüzde, bizi nasıl bir gelecek bekliyor?

2050’de 10 milyara ulaşacak nüfus ile mevcut yaşam tarzımızı sürdürmek için muhtemelen üç gezegen kadar kaynağa ihtiyaç duyacağız. Ama ortada bir sorun var. Bu kadar kaynak yok.

Sürdürülebilirlik; yani insan, gezegen ve ekonomi bacağında daha iyi ve yaşanabilir bir dünya meselesi artık sadece gelecek kuşaklar için değil, aslında tam da bugünün temel sorunu olarak çözülmesi gereken bir konu.

Küreselleşme, birçok gelişmiş ulusun sürekli artan eğilimlerini kitlesel tüketim pratiklerine özlem duymaya yöneltti. Bu eğilimler, kaynak mevcudiyeti açısından diğerlerine göre daha avantajlı olan bazı toplumlarda daha da belirgin yaşanıyor. Teknoloji gelişiyor, insan ömrü uzuyor ama yaşam kalitesi için benzer şeyi söylemek mümkün mü?

“Tasarruf etmeyen, ıstırap çekmek zorunda kalacaktır.” Konfüçyüs

Peki, bariz tehditler ortadayken insanlık neden bu konularda radikal şekilde önlem almıyor?

İnsanlar konfor alanlarını, hareket etme özgürlüklerini ve güç konumlarının sağladığı ayrıcalıkları feda etme söz konusu olduğunda çok sınırlı bir rasyonellik düzeyinde hareket ediyor.

Örneğin, iklimlendirmenin sera gazı emisyonlarına katkıları ve bunun küresel iklim üzerindeki etkisi hakkında kamuoyuna vaaz verirken hepimiz çok rahatız. Ancak, evlerimizde, ofislerimizde, araçlarımızda bu konfordan az da olsa fedakarlık etmek konusunda samimi ve istekli değiliz.

Alışkanlıklarımız, dürtülerimiz ve rahatlık arzumuz, bu konuda en iyi niyetle ve içtenlikle sahip olduğumuz inançlarımızla bile rekabet etmekte zorlanıyor.

İletişimciler göreve!

Bunun için insanlığı suçlamak ve üstten bakışla konuşmak fayda getirmiyor. İletişim disiplininin, sosyoloji ve insan psikolojisi desteğiyle sahaya inmesi gerekiyor. Çünkü, yapılan ‘sürdürülebilir olma’ iletişimleri, gerçekten sürdürülebilir uygulamalara dönüşme konusunda sınırlı kalıyor.

İnsanlar, ‘Başkaları yapmıyorken ben neden iklim değişikliği konularına karşı sorumlu davranışlara katkıda bulunayım?’ şeklinde genel bir eğilime sahip. Ayrıca, teknolojinin kendilerini iklim değişikliğine bağlı olumsuzluklardan kurtarabileceğine dair bir inançları da var. Bu nedenle, ne zaman gerçek veya algılanan bir eşitsizlik varsa, işbirliği yapma eğilimi azalıyor. Ve kabul edelim, insanlar, kendi hayatlarına ve ceplerine değen dönüşüm maliyetine ve eforuna katlanmak konusunda da son derece isteksiz.

Konuyla ilgili farkındalık çalışmalarını artık ‘beraber eylem’ konusuna yöneltmek ve bunun formüllerini bulmak gerekiyor. Meseleyi, insanın davranış pratikleri odağında, sosyal normlara sokmak ve genel eğilimi (daha ileriye gidelim kültürü) değiştirmek için titizlikle el almak gerekiyor.

Çünkü insanlar sosyal normları takip etme konusunda genel bir eğilime sahip. Çoğu insan bir sürdürülebilirlik uygulamasını takip ediyorsa, bunu aslında diğerleriyle birlikte geniş bir yığının içinde olma motivasyonuyla yapıyor.

Örnek marketlerde plastik poşet kullanma durumu. Alışveriş merkezlerinde ve diğer yerlerde tek kullanımlık plastiği azaltmak için dünya çapında çabalar var. Plastik poşetler için her seferinde para ödediğinizde, ama etrafınızda başkalarının kendi çantalarını getirerek kullandığını gördüğünüzde bir sonraki sefer için size aslında zihinsel bir uyarı verilmiş oluyor. Bu sıklıkla tekrarlanan ve günlük pratiklere dayalı zihinsel hatırlatıcı ve uyarılar çevre dostu davranışı kademeli olarak güçlendirme ve böylece dönüşümü sağlama potansiyeline sahip.

Tüm bu noktada, iletişimin insanları iklim değişikliği gibi konularda korkutarak zorlamak yerine, onlara güvence vererek platformlar sunmak, hareket ve tercih alanları sağlamak ve olumsuz duyguları tetikleyerek kaygı ve çaresizlik döngüsü yaratmak yerine çözüm odaklı motivasyonları beslemesi gerekiyor.

Sürdürülebilirlik iletişimleri, toplumun davranışsal ve psikolojik motivasyonlarını dikkate almalı. Tüm söylemlerin değer sistemleriyle uyumlu hale getirilmesi de son derece kritik. İstenilen davranış değişikliğini ve sonunda dönüşümü gerçekleştirmek ancak bireyler arasında pozitif enerji oluşturmakla mümkün olacak.

Bunun nasıl yapılacağı konusu ise iletişim disiplininin uzmanlığı…

Arda Öztaşkın

Yapı Kredi Kurumsal İletişim Direktörü