artwork

Repütasyon değil, kalite ve güvenilirlik önemli

10 ay önce

0

Türkiye’de Mimarlık Fakültesi’ni bitirdikten sonra hayalinin peşinden giderek yurt dışı macerasına başlayan Yiğit Işık, şu an California’da Freelance İllüstrator olarak çalışıyor ve tecrübe eksikliğinin başarıya engel olmadığını vurguluyor.

Çocukluğumda büyüyünce ne iş yapmak istediğim sorulduğunda pek çok cevabım oldu ama hepsi filmler, oyuncaklar, çizgi romanlar gibi popüler kültür hobilerimle ilgili, geleneksel mesleklerden uzak, çizim ve tasarım bazlı seçimlerdi. Ortaokulda bir gün resim dersinde kendimizi ilerideki işimizi yaparken çizmemiz istendiğinde; kendi görüş açımdan bir çizim masası, masada o zamanlar daha gösterime girmemiş olan Örümcek Adam filmi için yapım aşamasında bir afiş çizimi, çizimi yapan ellerim ve masada ‘Movie Poster Designer Yiğit Işık’ yazan bir isim plakası resmetmiştim. 20 küsur yıl sonra geçimimi sağladığım alanların en büyüğünün bu olması çok da tesadüfi değil.

Okul hayatım boyunca sıralara ve ders kitaplarına figürler çizen bir öğrenci olsam da ‘Türkiye gerçeği’, ‘altın bilezik’, ‘güvenli iş’ gibi kalıplara gereğinden fazla kulak asmamla ilk önce İTÜ Mimarlık bölümünü bitirdim. Planım, eğer çizim yaparak hayatımı kazanabilirsem çizerlik yapmak, olmazsa da asıl mesleğim olacak olan mimarlıktan artakalan zamanımda çizim üzerine eğilmekti fakat yaptığım ilk stajlarda çalışma hayatını deneyimledikten sonra, ne yapıp edip bir şekilde hayalini kurduğum yerlerde, hayalini kurduğum işleri yaparak yaşamam gerektiğine karar verdim. Koyduğum hedeflere ulaşmak için kendimi ciddi bir şekilde eğitmem gerekiyordu; çizime, işten artakalan zamanlarda ilgilendiğim bir hobi gibi yaklaşırsam bir yere gelemeyeceğimin farkına vardım. Bu yüzden mimarlık fakültesini bitirmemle 2013 yazında San Francisco’ya taşınıp Academy of Art University’de Visual Development bölümüne başladım. 2015 sonuna doğru da film ve televizyon piyasasının merkezi olan Los Angeles’a taşınıp çalışma hayatına atıldım. O zamandan beri başlıca film/dizi afişleri için konsept çizimler, reklamlar için storyboard’lar ve konserler, ödül törenleri gibi canlı etkinlikler için sahne tasarımlarına illüstrasyonlar yapıyorum.

Türkiye’de çizerlik alanındaki iş tecrübem Amerika’ya taşınmadan önce yaptığım freelance işlerden oluşuyor. Bu yüzden farklı tipte müşterilerle çalıştığım için az çok genel resim hakkında bilgi sahibi olabildim. Çalıştığım kurumsal şirketlerde profesyonellik konusunda pek sıkıntı yaşamadıysam da maalesef istenen çoğu kişisel projede harcanacak emeğin karşılığının boş vaatlerle ödenmesi, hayal kırıklığıyla tecrübe ettiğim bir şey oldu. Tabii daha kariyerinizin çok başında olduğunuz için emeğinizin karşılığını hakkıyla isteme cüretini kazanmanız maalesef zaman alıyor ve piyasaya bir şekilde giriş yapabilme umuduyla, sizden faydalanan kişilere pek karşı koyamıyorsunuz. Sanırım Amerika’ya geldiğimde gördüğüm ilk fark bu noktadaydı. Okuldayken sinema fakültesinin grup çalışması olacak bir dizi projesi için afiş ve karakter illüstrasyonları yapmam istenmişti. Sadece tecrübe kazanmak, portfolyomu genişletmek ve ilk IMDB kredilerimi almak için kabul etmeyi düşündüğüm bu iş için hatırı sayılır bir ödeme almam, yaptığım işe değer verilen bir yerde olduğumu hissettiren ilk tecrübeydi. Türkiye’de ise maalesef çoğu kişi sanata, çizerliğe sadece bir hobiymiş gibi bakıyor. Doğuştan yeteneği olan kişilerin, sadece zevk olarak yaptıkları bir işmiş gibi görülüp, arkasındaki ciddi eğitim, disiplin, pratik ve adanmışlık gerekliliği göz ardı ediliyor. Çoğu profesyonel çizerin özellikle kariyerlerinin başındayken karşılaştığı “zaten sen çizmeyi seviyorsun” cümlesiyle ücretsiz yapılması beklenen çizimler, yaptıkları işin ciddiye alınmadığını ve değersiz olduğunu hissettirmesi için birebir. Tabii ki Türkiye’de çalışan, isim yapmış, dünya standartlarında çizgisi ve çalışma disiplini olan, bu yüzden de iş bulma konusunda sıkıntı yaşamayan birçok başarılı çizer/illüstratör var. Fakat bu noktalara gelmelerinin hiç de kolay olmadığını ve piyasada bu denli kabul görmelerinin, aranan kişi olmalarının çok zaman ve emek aldığını eminim onlar da kabul ediyordur. İşe yeni başlayanlar için maalesef rüştünü ispat etmek bir hayli sancılı.

Çalışma hayatına aktif olarak başladığım zaman, benim için olumlu anlamda sürpriz olan şeylerden biri de bu konudaydı. Evet çizginizin kuvvetli olması gerekiyor; anatomi, perspektif gibi temelleriniz sağlam olmalı ve bunun için önemli bir eğitim, zaman ve efor yatırımına ihtiyaç var fakat bu girmesi zor gözüken piyasada kapıları açabilmeniz için herhangi bir isminizin, repütasyonunuzun olması pek önemli değil, yaptığınız işin kaliteli olması ve teslim zamanları konusunda insanları yüzüstü bırakmamanız, güvenilir olmanız yeterli. 2016 başında ilk çalıştığım büyük prodüksiyon Tom Hardy’nin rol aldığı Taboo isimli diziydi. İkinci günün sonunda işleri bitirdiğimde çalıştığım ajansın yaratıcı yönetmeni çok memnun kalmıştı ve başka hangi isimlerle çalıştığımı sordu. Bunun, bu alandaki ilk işim olduğunu söylediğimde çok şaşırmıştı. Kısa süre sonra onun referansıyla ikinci müşterimle çalışmaya başladım ve gerisi çorap söküğü gibi geldi. Sahne tasarımları için de yaptığım ilk iş 2017 Oscar Ödülleri sahnesiydi. Daha önce bu alanda hiçbir deneyimimin olmaması, film sektörünün en prestijli gecesi için iş yapmama engel olmadı, istenen işi istenen kalitede, istenen zamanda yapabileceğime ikna etmem yetmişti.

Hollywood, sinema ve TV sektörünün kalbi olduğundan, çizerlerin ve tasarımcıların rollerinin birçok başka yere kıyasla daha önemli olması şaşırtıcı değil. Görsellik, ‘entertainment’ dediğimiz sektörün ana bileşenlerinden biri, bu yüzden görsel sanatçıların el üstünde tutulması, en azından önemlerinin tanınması, saygı görmeleri doğal. Bu noktada Türkiye ile California’yı kıyaslamak garip gözükebilir fakat iş ahlakı, profesyonellik ve çalışan haklarının korunması gibi konularda örnek almamız gereken noktalar olduğu, iş alanından bağımsız bir gerçek.

 

Bu içerik ilk olarak Campaign Türkiye’nin 133. sayısında yayımlandı.