artwork

No-Code, Müşteri Memnuniyetine İlaç Olabilecek mi ?

2 yıl önce

1

Ekonomi ve dünyadaki büyük değişiklikler, şirketlerin stratejik hedeflerini önemli ölçüde yeniden yapılandırmasına yol açtı. Değer üretimi, iş odaklı olmaktan sosyal odaklılığa doğru gelişti. Müşteri ihtiyaçlarını karşılamak için müşterinin çoklu deneyimini destekleyen ve birden çok kanalda birleşik etkileşim sağlayan çözümler tasarlanması bir zorunluluk haline geldi. Müşteri kazanımı, pazarlama, satış süreçleri, ürün teslimi, müşteri hizmetleri, şikayet yönetimi ve müşteri deneyiminin diğer yönleri değişime uğradı. 

No-code, çok az kodlama gerektiren veya hiç gerektirmeyen uygulamalar geliştirme yeteneğini ifade eder. Bu, kullanıcıların uygulama geliştirmek için önceden oluşturulmuş modülleri yapılandırmasına imkan tanıyan, kullanımı kolay görsel araçlar ve sürükle bırak arayüzleri sayesinde mümkündür. Bu uygulamalar birleşik bir platformda barındırılır ve istenirse kodlama kullanılarak değiştirilebilir.

No Code, müşteri deneyimi yönetimi sürecini basitleştirir. Çalışanlara önemli bilgilere kolay erişim sağlayan gösterge tabloları sayesinde iş süreçleri daha anlaşılır ve şeffaf hale gelir. Müşteri kaybından e-ticaret satışlarına kadar her şey, hızlı görüntüleme için gösterge tablosuna eklenebilir. Böylece ekipler ve yönetim, verileri ayrı sistemde gözden geçirmek yerine, daha çok satış oluşturmak ve süreci etkili şekilde yönetmeye odaklanabilir.

Tüm müşteri, çalışan ve iş ortağı bilgilerini tek bir platformda tutup veri silolarını ortadan kaldırarak, pazarlama, satış, hizmet süreçleri için 360 derecelik müşteri bakışını oluşturur. Kullanıcılar, mobil cihazlarından verilere erişebilir, bu da satış ekiplerinin, önemli CRM verileriyle saha satışları yapmasına imkan sağlar. Daha şeffaf bilgi paylaşımı sayesinde satış, pazarlama ve diğer ekipler arasında daha iyi bir birlikteliğin oluşmasına yardımcı olur.

Bakalım bu özellikleri ile No-Code hızla değişen müşteri memnuniyeti beklentilerine ilaç olabilecek mi?

 

Tolga Artan

DPİD Üyesi

 

Bu yazı ilk kez Campaign Türkiye’nin 126. sayısında yayımlanmıştır.