artwork

Kahramanlar: Emre Hacısalihoğlu

3 yıl önce

0

4129Grey Senior Copywriter’ı Emre Hacısalihoğlu, “kahramanın kim?” sorusuna yanıt arıyor… “Bir karakterin, bir kahramana dönüşebilmesi için başka kimsenin yapamayacağı bir işi başarabilmesi gerekir.”

“Ne zaman bir yakınımı kaybetsem, bir dergi benden yazı yazmamı istiyor. Bu sanırım bu sektörün beni yakınlarıma veda ettirme yöntemi.”

Bir karakterin, bir kahramana dönüşebilmesi için başka kimsenin yapamayacağı bir işi başarabilmesi gerekir. Dedemin en büyük özelliği 99 yıldır Türkiye’de yaşamasına rağmen hiç yaşlanmamasıydı. Bu hiç gerçekleşmeyecekmiş gibi yaşardı. Kahvaltı masasında zeytinin üzerindeki baharat eksikse o yaşında üşenmeden hızlı hızlı 5 kat merdiven inip çıkar, eksiği tamamlardı veya yılbaşı yaklaşırken tüm salonunu balonlarla kaplardı. Benim günde en az 4 kere motivasyonum kayboluyor.

Ben çocukken, dedemlere gitmek için ne zaman o 5 katlı dev merdivenleri çıksak, sanki Gandalf’la tepede buluşmak için yolculuğa çıkan Frodo gibi hissederdim kendimi. Beyaz saçlı, mavi gözlü bilge ile konuşmak için dağın tepesine çıkıyoruz ve o da bilgece hikayeleriyle beni aydınlatıyormuş gibi.

Dedem bir hikaye anlatıcısıydı. Yemek, spor, tarih, siyaset, doğa, coğrafya, tarım… Tanıdığı herkesle başka bir frekans yakalar, onun üzerine saatlerce konuşabilirdi. Sorduğu soruların sayısı, verdiği cevapların sayısından hep bir fazlaydı. Sanırım onu hayatta tutan şey de buydu, hiç bitmeyen merak duygusu. Merak etmediği tek bir şey vardı, o da bu hikayenin ne zaman sona ereceği. Ben ilkokuldayken onunla hep hayallerim üzerine konuşurduk, üniversitedeyken de siyaseti sorardı. Neler konuşuluyor, sizin jenerasyon nasıl yorumluyor bu olayları diye. Ne zaman bir şeyler anlatsam, o bambaşka yeni bir soruyla karşılık verirdi bana. Şimdilerde verdiğim cevaplar, sorduğum soruları ne zaman geçse, aklıma hep bunu getiriyorum.

Bir şeyin kıymetini bilmenin en klasik yolu onu kaybetmektir, dedemle aramızdaki hikaye böyle olmadı. Ben tanıdığım herkese en az bir kere dedemi anlatırdım. Onunla son diyaloğumuzu da, ilk kez burada anlatıyorum. Bir sabah telefonum çaldığında, arayan babaannemdi. Dedemi hastaneye götürüp götüremeyeceğimi soruyordu. Apar topar dedemlere gittim ve o 5 katlı merdivenlerden çıkarken her katta bir küçük sandalye olduğunu gördüm.

Onu aldım, merdivenlerden aşağı inerken her katta durup o biraz önce gördüğüm sandalyelerde oturup mola veriyordu. Dinlenmek için koymuş onları oraya. Onun yaşlanabildiğini ilk kez o an, o 99 yaşındayken fark etmiştim. “Ya dede” dedim, “Siz neden bu yaşta 5 katlı merdiven çıkılan evde oturuyorsunuz?” Bana baktı, “Oğlum” dedi gülerek, “O zamanlar gençtik.” 25 yıl önce aldıkları evin merdiveninde, ona bakıp hem ağlıyor hem de gülüyordum.

“Büyümenin bir bedeli varsa, o da bu hayattaki beklentilerin azalması, isteklerin küçülmesi ve dünyadan vazgeçmek” diye yazıyordu bir kitapta. Dedem bu bedeli hiç ödememişti, çünkü hiç bırakmamıştı merak etmeyi. Umarım bu kahraman, bu yazıyı okuyan ve heyecanını kaybeden herkesin hayatına ufak da olsa dokunabilir.

Sevgiyle.

 

Bu yazı ilk olarak Campaign Türkiye’nin 111. sayısında yayımlanmıştır.