artwork

“En büyük içsel korku: Herkesler ne der?”

4 yıl önce

0

Stratejik planlamada çalıştıktan sonra kariyerini, yaşadığı ülkeyi kısacası yaşamını tamamen değiştiren Kayansel Kaya Campaign Türkiye için bu hikayesini anlattı.

Benim hikayem aslında klasik bir kariyer değişikliği hikayesi ama ülkeyi ve medeni durumu aynı anda değiştirince olaylar çok renklendi.

Ben Barbie yerine Legolarla oynayan ve gittiği her yere resim defterini götüren bir çocukmuşum. Annem ilk çocuğu kız olunca acayip sevinmiş ama “fırfırlı etekler, saç tokaları, parlak ayakkabılar giydireceğim” hayalleri zamanla solarak yok olmuş, çünkü benim kılık kıyafette hiç gözüm olmamış. Hatta beni parka oynamaya götürdüğünde kumda yuvarlanmak yerine bankta annemle oturup diğer çocukları gözlemlermişim. Ankara Çankaya’da doğdum ve 5 yaşımda babamın işi nedeniyle İstanbul’a taşındık. Hiç Ankaralı hissetmememe rağmen Ankaralı insanları 5 km öteden tanıyıp bir bağ hissediyorum. Bence çoğu Ankaralı içine kapanık, güzel insanlar.
İstanbul’un Anadolu yakasında sakin bir çocukluk geçirdim. Robert Kolej’de okurken sanatla olan bağımı daha da derinleştirebildim. Okulda seramik fırınımız bile vardı. Fotoğraf dersleri aldım, tiyatro yaptım. Bir yandan da matematikle olan aşkım beni sanat mı okusam matematik mi diye zorladı ve en sonunda ikisini birleştirebileceğim bir bölüm olduğunu keşfedip “endüstri ürünleri tasarımı” okudum. Bölümümden nefret ettim. Hayat her zaman zihnimizin seçimlerini desteklemiyor. Neyse ki arada bir sene Hollanda’da “conceptual art” okudum da biraz nefes aldım. Kendi kendime çizdiğim karakterleri seramik baskı yapmayı, serigrafiyi ve mural çizmeyi o sene deneyimledim. İstanbul’a döndüğümde mezun olmak, kariyer yapmak, hemen iş bulmak korkusu etrafımı sardı. Bir arkadaşım “sen yaratıcı birisin gelsene 3 aylık bir projemiz var” dedi ve reklam ajansına ilk adımımı böylece atmış oldum ve reklamcılık ile olan aşk/nefret ilişkim tam 10 yıl sürdü.

Grey’de başladığım stratejik planlamaya tam anlamıyla aşık oldum. Zaten sevdiğim ve yaptığım araştırma işi için bir de para veriyorlardı, dünya çok güzel bir yerdi. Büyük büyük markalara trend sunumları yapmak, yaratıcı ekip için iç görü toplamak, tüketiciyi dinlemek, daha çok daha çok kitap, makale okumak, genç, havalı ve draması hiç bitmeyen ekiplerle çalışmak 25 yaşında biri için cennet tasviri gibiydi. Kısa sürede aynı ajansta direktörlüğe yükseldim, işimi öyle severek yapıyordum ki beklenmedik bir gelişme değildi. Daha uluslararası markalarla çalışmak istediğim için Mullen Lowe gruba geçtim. Burada Unilever reklamcılığını öğrendim. Mesleğimdeki 7. yılımdı ve sorgulama dönemine girdim. Tüm brief’ler, marka sorunları, yarışmalar, sektör problemleri hatta dedikoduları bile kendini tekrar etmeye başladı gibi hissediyordum. Çıkış yolunu çocukluk sevdamda buldum ve tekrar resim yapmaya başladım. İşten gelip masama oturup dört saat hiç kalkmadan çizim yaptığım zamanlar oldu. Eş zamanlı ajans değişikliği yaparak Türkiye’nin hâlâ en iyi bağımsız ajansı olan Rafineri’de çalışmaya başladım. Rafineri, üç kadın kurucusu olan sanatı ve yaratıcılığı gerçekten destekleyen bir yer. Hatta benim kişisel yolculuğumda reklamcılığı tekrar sevmeye başladığım yer.

Arada evlendim ve eşimin işi sebebiyle Barselona’ya taşındık. 35 yaşındaydım. Hiç bilmediğim bir dil olan İspanyolca ve taptaze bir evliliğim vardı. Bu kadar challenge yetmezmiş gibi bir de illüstrasyon master’ı yapmaya karar verdim. Zannediyorum içimde bastırdığım o yaratıcı enerji Barcelona’ya da taşınınca “çekil aradan artık” dedi bana ve ortalaması 22 yaş olan bir sınıfta derslerime başladım. iPad Pro ile tanıştım, günde 6 saat tutorail izleyerek dijital illüstrasyonu da öğrendim. Okulumun 4. ayında ilk işimi çok sevdiğim Seray Sezer’in markası Little Yucca için yaptım. Kendi kendime web sitesi kurdum, online satış ekledim, printlerimi satmaya başladım. Reklamcılıktan öğrendiğim “hikaye anlatım” yeteneği, hedef kitleyi tanıma, pazarlama ipuçları tabii ki çok işime yaradı ama en çok içimden akan bu yaratıcı enerjiyi sonunda dışarı vurmak beni her sabah motive etti. Kariyer değişikliğindeki en büyük içsel korkunun “herkesler ne der” olduğunu öğrendim. İlk başlarda “sen stratejistsin nereden çıktı şimdi bu meme illüstrasyonları, millet ne der” cümleleri içimi kemirdi ama bir müddet sonra iş benim kontrolümden çıktı zaten. Çizdikçe açıldım, açıldıkça yeni mesleğime aşık oldum. Elimde sprey boya kutusu Barcelona’da bir restoran için çizim yaptım, (Gracia’da gezerken ahtapotumu görebilirsiniz) Robert Kolej’in mezunlar dergisi, tarihinde ilk defa kapağında illüstrasyona yer verdi ve bu işi benden istedi, yine Barcelona’da bir mimarlık firması tüm ofislerini doodling’lerim ile kaplamamı istedi, Amerika’da sadece kadın tasarımcıların ürünlerini satan Darling Spring benden bir koleksiyon satın aldı, Rafineri bu sefer illüstratör kimliğimle bir toplantı istedi ve edisyonlu printlerimden müşterilerine kurumsal hediye yaptı.

Bunlar benim için manevi değeri çok yüksek gelişmelerdi. 35 yaşında hiç bilmediğim bir dilde hiç bilmediğim bir konuyla ilgili master yapmaya karar verdiğimde bunun pahalı bir orta yaş hevesi mi yoksa gerçek bir kariyer değişikliği mi olacağını bilmiyordum ve korkuyordum ama şimdi dönüp baktığımda kendime “aferin iyi ki yapmışsın” diyorum. Türkiye’de kalsaydık bu cesareti gösterebilir miydim bilmiyorum…

Barcelona renkleriyle, illüstrasyona sokaklarında, mağazalarında, markalarının paketlerinde bile verdiği değerle beni hem görsel hem de duygusal anlamda çok besledi. Şimdi kendi adımı verdiğim bir markam var, onun altında tasarımlar, illüstrasyonlar, stickerlar ve giderek genişleyen bir koleksiyon üretiyorum. İstanbul ve Barcelona’da birçok mağazada satıştalar, online da satın alınabiliyor. İstanbul’a 3 ayda bir gitmeye çalışıyorum. Workshop’lar veriyorum ve teknikten çok bu değişim hikayemi anlatıyorum ki bir kişi bile içindeki sıkışmışlığı kırmak için eline fırça alırsa kendimi gerçekten bir şeyleri başarmış hissedeyim…

Kayansel Kaya
İllüstratör

 

Bu yazı ilk olarak Campaign Türkiye 98. sayısında yayımlanmıştır.