artwork

Çalışma yaşamının geleceği

3 yıl önce

0

Uzaktan çalışmanın bir yan etkisi, oyun anlarının kaybolması oldu. Kafa dağıtmaya olanak tanıyan, oyuna ayırdığımız zaman olmadığında çalışma hayatında daha mı kötüyüz?

Evden çalışmak bu yıl işte yaşamak gibi hissettirdi mi?

2020’de olanlar, sadece çalıştığımız yeri değil, tüm kişisel ekosistemlerimizi de bozdu. Kişisel durumunuza (Çalışma alanı? Evdeki çocuklar?) ve hatta kişiliğinize (içe dönük kişiler, dışa dönüklerden daha iyi durumda) bağlı olarak, şu anda içinde yaşadığımız dünyaya daha iyi ya da daha kötü uyum sağlamış olabilirsiniz.

Ancak bu iş, Teams toplantılarına geçmek ve onunla devam etmek kadar basit değil. Ekosistemler hassas ve karmaşıktır. Belki pandemi öncesinde, ekosistemde ne kadar önemli olduğunu bilmediğimiz veya fark etmediğimiz, faydalı olan bazı şeyler vardır.

Kayıp oyun süreleri

İşe gidip gelirken internette poker oynardım. Beni asla zengin yapmayacaktı. Zaten çoğunlukla sahte para ile oynuyorum ve o kadar da iyi değilim ama COVID-19 sayesinde ekosistemimden silinen, eskiden yaptığım bir şey olarak kaldı.

Görünüşe göre benim poker oyunumun, sıkı çalışmanın panzehri olmaktan daha büyük bir rolü olduğu ortaya çıktı. O olmadan, işimde daha kötüye gittiğimi söyleyecek kadar ileri gidecektim!

Ya oyun süresi beyninizi tam anlamıyla geliştirebilseydi? Ya oyun süresi sizi daha akıllı yapabilseydi? Ya oyun süresi problem çözme becerilerinizi geliştirebilseydi? Ya oyun süresi, “ya” senaryoları üzerinde düşünme yeteneğinizi geliştirseydi?

Biraz bilim

1964’te sinir bilimci Marian Diamond, kafeslerinde oyuncaklarla büyütülen farelerin, oyuncağı olmayanlara göre daha büyük beyin kortekslerine sahip olduğunu gösterdi. Kelimenin tam anlamıyla daha büyük beyinleri vardı!

1992’de bilim adamları Greenough ve Black, oyuncakları olan farelerin sadece beyinlerini büyütmekle kalmayıp aynı zamanda daha akıllı olduklarını, labirentlerde yollarını daha hızlı bulabildiklerini kanıtladılar.

Gordon ve arkadaşları tarafından 2003’te, Huber ve arkadaşları tarafından 2007’de yapılan ek araştırma sayesinde artık oyunun, beyin hücrelerinin büyümesi ve bakımı için gerekli olan “beyinden türetilen nörotropik faktör” veya BDNF düzeylerini artırdığını biliyoruz. Hangi stratejist bunu istemez?

2013’te Gopnik ve Walker, karşı olgusal akıl yürütme ve “ya olsaydı” senaryoları üzerinden düşünme yeteneği ile buna inanmaya başladı. “Ya” senaryoları üzerinden düşünme yeteneği… İşte özetle bir stratejistin işi budur.

Burada sadece çocuklardan bahsetmiyoruz. Neoteni, gençlikteki eğilimlerinin yetişkinliğe taşınmasını ifade eden evrimsel bir terimdir. İnsanlar en neoten türlerden biridir ve bu bize evrimsel açıdan fayda sağlamıştır. Bu da kısmen yetişkinliğe kadar oynamaya devam etme yeteneğimize ve bununla birlikte gelen beyin gelişimi faydalarına bağlı. Bunu, bugün hala büyük maymunlardan en eğlenceli ve en az saldırganlarından biri olan bonobo maymunlarından miras aldık. Ayrıca bonobolar, anaerkil toplumlardan da yararlanırlar ama bu tamamen başka bir konu…

Poker beni işimde daha iyi hale getiriyor

Bütün bunlar beni düşündürdü. “Oyun zamanım” beni daha akıllı hale getiriyor mu? Karşı olgusal akıl yürütme yeteneğimi geliştiriyor mu? Bu beni daha iyi bir stratejist yapar mı? Eğer yanıt evet ise, onu ekosistemime nasıl tekrar dahil edebilirim?

İşe gidip gelmeyi bıraktığımdan beri internette poker oynamıyorum. Herkesin bir kumar alışkanlığı edinmesini savunmasam da, poker bana günlük işlerimde kullandığım birçok şeyi öğretti. Satrancın da benzer faydaları olduğundan şüpheleniyorum ama benim tercihim her zaman poker oluyor. Evet, The Queen’s Gambit’ten sonra bile.

Stratejistler olarak iyi olmamız gereken bir konu var: Büyük miktarda veri ve bilgiyi özümserken, stratejik bir hikayeye dönüştürülebilecek bir avuç içgörüyü hızlıca bulma becerisi. 

Pokerde kazanan el kombinasyonlarında ve rakiplerinizin davranışlarında daha içgüdüsel olarak oynayabileceğiniz anlamına gelen kalıpları görmeyi öğrenirsiniz. Başarılı poker oyuncuları her zaman zihinsel olarak matematiksel olasılıkları hesaplamaz. Örneğin ben kesinlikle yapamam. 

Aynı zamanda poker bana kendi beynimin sezgisel ön yargılarına ve en önemlisi bunları nasıl telafi edeceğim konusunda dikkatli olmayı öğretti. Bağlılık ön yargısı, muhtemelen bir gün benim düşüşüm olacak ve sadece poker masasında değil. Bağlılık ön yargısı, omzunuzdaki şeytandır ve yatırım yaptığınız bir şeyi terk etmenizi gerçekten zorlaştırır. Poker bana bu konuda enayi olduğumu gösterdi ancak göründüğünde onu fark edip bunu telafi edebileceğimi biliyorum.

Bunu poker masasında öğrendikten sonra, artık büyük işlere yatırım yaptığımda zihnimi ufak aralarla dinlendiriyorum. Çünkü bir şeye bir ton enerji, zaman ve para yatırmış olsanız bile, buna devam etmenin maliyeti – kazanma şansı yeterince yüksek değilse – bazen ödülün değerinden daha ağır olabilir. Bu konuda kendimle düzenli olarak iletişim kurmam gerektiğini bilmek, kaybedeceğim bir konkur veya ödeme yapılmayan çalışma saatleri için daha az kaynak ve enerji harcadığım anlamına geliyor.

Sonuç olarak, poker oynamanın beni daha iyi bir stratejist yaptığını düşünüyorum. Benim için içgüdüsel sayılmayan kasları esnetiyor ve geliştiriyor. Özellikle de “ya” senaryoları üzerinde düşünürken.

2021: Daha az çalışma ve daha çok oynama yılı

İşe gidip gelmesem bile pokeri yeni ekosistemime tekrar yerleştirdim. Evde online oyun için beş dakika bile olsa zaman yaratıyorum. Oyunum, son birkaç aydaki pratik eksikliğinden ötürü önemli ölçüde zarar gördü. Kelimenin tam anlamıyla sürekli kaybediyorum. İşimin de bu becerilerden bazılarını kaybetmekten etkilenip etkilenmediğini merak ediyorum. Bunun için herhangi bir bilimsel kanıtım yok ama belki de pokeri kullanarak bu nöral yolları çalıştıramadığımdan dolayı karantinada iş hayatı daha yorucu hale geldi.

2021, daha az çalışma ve daha çok oynama yılı olacak ve bu beni işimde daha iyi yapacak. Sadece poker değil, arkadaşlarla futbol, oğlumla ve köpeğimle oynama… Belki yeni şeyler de eklenir. 

Bana katılmak isteyen var mı?

Shiona McDougall

Rapp UK Global Strateji Direktörü

 

 

 

Bu yazı ilk kez Campaign Türkiye’nin 111. sayısında yayımlanmıştır.