artwork

Bertil Oder: “Türkiye, reformların tam etki doğurmadığı sıra dışı bir örnek sunuyor”

6 yıl önce

0

Koç Üniversitesi Kadın Araştırmaları Birimi Direktörü Prof. Dr. Bertil Oder, toplumsal cinsiyet eşitliğinin Türkiye’deki tablosunu akademik bir gözle inceledi.

Türkiye, 2017 Dünya Ekonomik Forumu Cinsiyet Eşitsizliği Raporu verilerine göre 144 devlet arasında 131. sırada yer aldı. Bu rapor sağlık, siyaset, eğitim ve ekonomi alanı olmak üzere dört konuda kadın-erkek eşitsizliğine odaklanmıştı. Türkiye, bir önceki yıla oranla eşitsizliği gideremedi, tersine derinleştirdi. Bu nedenle cinsiyet eşitliğinde bir sıra geriye düştü.

Türkiye’de kadınların iş gücüne katılımı yaklaşık %35 oranıyla önceki yıla göre artmış gibi gözükse de kadınlar halen ağırlıklı olarak ev içi ve bakım rollerinde yer alıyorlar. Lider konumlarda kadın oranı yalnızca %18. Kadınların erkeklere oranla daha düşük ücret almaları ve geleneksel olarak kadınlara özgü görülmeyen mesleklerde temsil edilememeleri dikkat çeken unsurlar.

Ekonomik güçlenme açısından taşınmaz mülkiyetinin ölçüsüz biçimde erkeklerde yoğunlaştığı görülüyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın verilerine göre her üç tapudan bir tanesi kadınların üzerineyken, iki tanesi erkeklerin üzerinde bulunuyor.

Öte yandan, TBMM’deki kadın milletvekilleri %14,9’luk bir oranla, uluslararası cinsiyet eşitliği rapor ve endekslerinde kritik eşik olarak kabul edilen %30’lara yaklaşamıyor. Yüksek yargıda da aynı eşitsiz durum korunuyor. Anayasa Mahkemesi’nde hiç kadın yargıç bulunmaması cinsiyet uçurumunun ne denli derin olduğunun bir göstergesi. Eşitsiz görünüm, eğitim alanına yansımakta. Yetişkin kadınlar arasında en az orta öğrenim görmüş olanların oranı %43,5’le sınırlı kalıyor. UNDP 2015 Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’ne de yansıyan bu durum, Türkiye’nin insan gelişimi değerini gerileten ana etken.

Hukuksal zemine rağmen eşitsizlik

Türkiye’nin, kadın-erkek eşitsizliğinin ölçüsüz biçimde gözlendiği örnekler arasında yer alması, çoğunluğu cinsiyet bakımından tarafsız ve eşitlikçi gözüken hukuksal zemine rağmen gerçekleşmekte. Şiddet konusundaki en yeni ve önemli uluslararası belge olan İstanbul Sözleşmesi’ni ilk onaylayan devlet de Türkiye olmuştu. Diğer yandan, 2004 sonrası hem Anayasa hem de kanunlar düzeyinde cinsiyetçi normları ayıklayan çok önemli bir değişim yaşadık.

Daha da önemlisi Türkiye, Meşrutiyet’ten beri örgütlü kadın hareketlerine sahip. Ancak başta şiddet alanı olmak üzere yargısal ve idari uygulamaların hukuksal kazanımlara halen ciddi direnç gösterdiğini görüyoruz. Türkiye, böylece eşitlikçi unsurlarla cinsiyetçi kalıpların kıyasıya çatıştığı; reformların ve kazanımların tam etki doğurmadığı sıra dışı bir örnek sunuyor.

Etkin mücadele hem kadın temsili hem de katılımı bakımından kadınları ve kız çocuklarını içeren bir politikayı zorunlu kılar.

Sivil toplum örgütleri başarılı programlar yürütüyor

Türkiye’de kamusal politikalar bakımından cinsiyetçi kalıplarla etkin bir mücadele stratejisi uygulanmadığını paylaşmak gerekir. Etkin mücadele hem kadın temsili hem de katılımı bakımından kadınları ve kız çocuklarını içeren bir politikayı zorunlu kılar. Bu politika eşitsizlikten doğan gereksinimlerini dikkate alan, sonuçları izleyen ve periyodik olarak gözden geçiren bir çerçeve içermelidir. Kamusal alanda güçlenmeye dayalı etkin ve tutarlı bir cinsiyet eşitliği politikası henüz görülmemektedir. Ancak sivil toplum alanı, özellikle kadın örgütlerinin çalışmaları, şiddetten eğitim alanına değin farklı konularda bilinçlendirme ya da proje odaklı girişimlerle cinsiyet rollerine eşit vurgu yapan ve cinsiyetçilikle mücadele eden başarılı programlar yürütüyorlar.

Kadın ve erkek ya da kız çocukları veya erkek çocukları insan değeri üzerinden değil, cinsiyete bağlı kültürel algılarla tanımlanıyor. Bu algılar yalnızca katı ve ayrıştırmacı değil, aynı zamanda ayrımcı.

Dizilerde cinsiyetçi kalıplar halen egemen

Reklamlarda ve dizilerde, zaman zaman eşitlikçi ve cinsiyetçi kalıpları sorgulayan iyi örnekler bulunuyor. Ancak Türkiye reklam pazarında ve daha yoğun biçimde dizilerde, cinsiyetçi kalıplar halen egemen. Bunlar sadece kadınları değil erkekleri de kalıplara hapsediyor. Kadın ve erkek ya da kız çocukları veya erkek çocukları insan değeri üzerinden değil, cinsiyete bağlı kültürel algılarla tanımlanıyor. Bu algılar yalnızca katı ve ayrıştırmacı değil, aynı zamanda ayrımcı. Reklam ve dizilerin Türkiye’de popüler kültüre ve toplumsal bilince etkisi oldukça yoğun. Her iki alanda da cinsiyetçilik yinelendikçe meşrulaştırılıyor ve olağan kabul ediliyor. Haberlerde kadınlara nasıl yer verildiği, uzman ve meslek sahibi kadınların medyadaki görünürlüğü, yalnız erkeklerden oluşan haber panellerinin oranı Türkiye için sorgulanması gereken unsurlar.

Gördüğümüz iyi örneklerin toplumsal işlevini küçümsememeliyiz

Toplumsal cinsiyet eşitliğini güçlendirmek için aynı anda birden çok araç ve programla, bunların sonuçlarını takiple ilerlemek gerekir. Dünya genelinde, eşitsizliklerin kaynağı olan cinsiyetçi kalıpların dirençli olduğunu unutmayan kararlı ve yenilebilir stratejiler daha başarılı olmaktadır. Sürekli, güncellenmiş, konusal ya da sektörel özellikleri ve kadınların ya da erkeklerin tek bir küme olmadıklarını dikkate alan programların etki gücü daha yüksektir. Hem kamusal politikalarda hem de özel sektördeki kurumsal politikalarda cinsiyete dayalı bütçeleme, cinsiyete dayalı etki analizi, cinsiyete dayalı denetim ve raporlama, cinsiyet eşitliğini sağlamada sayısal ve süresel hedefler koyma, liderlik programları ve özellikle teşvik ve yaptırım uygulamalarının sonuç verdiği saptanmıştır. Bu araçların Türkiye için de öncelik olması gerekir.

Medya eşitlikçi rol modellerini yaygınlaştırdığı ölçüde kadınların güçlenmesine aracı olabilir. Gördüğümüz iyi örneklerin esin kaynakları ve cinsiyetçiliği sorgulama fırsatları olarak toplumsal işlevini küçümsememeliyiz. Bu fırsatlar doğmadan, cinsiyetçi kalıplarla yapılanın aslında ayrımcılık olduğu anlaşılamaz.

 

Bu yazı ilk olarak Campaign Türkiye’nin 78. sayısında yayımlandı.