artwork

Sosyal medyada olma motivasyonu ve yeni elitistler

12 yıl önce

0

Sosyal medyanın yarattığı doğal olmayan bağlanma, çoğumuza gerçek hayatta hiç görüşmediğimiz insanların ailesini, nerede doğduğunu, kaç yaşında olduğunu, sevgilisinin olup olmadığını bilme şansı tanıyor.

Anlık ve kişisel paylaşmanın sınırlarını zorlamamıza yol açan sosyal ağlar, bağlı kalma, bir gruba ait olma ya da sevilme gibi ihtiyaçlarımızı karşılarken aslında kendimizi başkalarının gözünden de tanıyabilmemizi sağlıyor. Sektöre aşina olan çoğumuzun bildiği Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki sevgi ve bağlılık basamağı sevgi, yakınlık gibi gereksinimleri karşılayamazsak mutsuz olacağımızı, kendimizi yalnız hissedeceğimizi söyler. Kökeni insanoğlunun ilk dönemlerine kadar uzanan bu ihtiyaç hali, modern insanın büyük şehirlerdeki bir oda-bir salon stüdyo dairelerinde tatmin edilemez hale geldi. Bu yalnızlık şarkısında – kimsenin sizi tanımadığı, mutluluğunuzu paylaşamadığınız, üzüldüğünüzde birinin omzuna başına yaslayamadığınız dünyada – sosyal ağlar hızır gibi yetişti.

Artık hepimiz dilediğimiz kadar insanla arkadaş olabiliriz. Robin Dunbar’ın “Sadece 150 kişi ile arkadaş olabilirsiniz” önermesi ise artık bir kulağımızdan girip öbüründen çıkabilir. Benim 3 bin arkadaşım var, X markasını Facebook’ta 10 bin kişi beğenmiş, Twitter’da 250 takipçim var… Kısaca artık kaç arkadaşınız, kaç takipçiniz varsa ya da markanızı beğenen kişi sayısı ne kadar fazlaysa o kadar güvenilirsiniz.

90’lı yılların ortalarında, giydiğimiz tişörte, asker çantamıza yazdığımız yazılara ya da saçımızın modeline kadar kendimizi ele verirdik. Hepimiz birbirimizden farklıydık ama benzer zevklere sahip olanlarımız aynıydık. Metallica tişörtü giyiyorsan rock/metal müzik dinlerdin, saçlarını renkli boyatıp renkli çizgili çorap giyiyorsan ‘punk’tın, depresyon hırkası içine salaş bir tişört, ayağında da converse varsa ‘grunge’dın…

Şimdilerde herkesin dış görünüşü hemen hemen aynı. Kimin hangi müziği dinlediğini, nasıl kitaplardan hoşlandığını anlayamıyorsun. Ama adını soyadını biliyorsan hızlıca bir “Google’lamak” iş görecek. Facebook profilinden izlediği filmleri, dinlediği müzikleri, okuduğu kitapları öğrenebilir; Linkedin profilinden çalıştığı şirketleri, okuduğu okulları listeleyebilir, Foursquare’den gitmeyi sevdiği mekanları araştırabilirsin.

Eğer bu kişi senin tarzına uymuyorsa, yazdıkları kafana yatmıyorsa tek tuşla onun hayatından çıkabilirsin. Öyle acıklı veda cümleleri kurmana, duygusallaşmana gerek yok.

Kore Teknoloji Enstitüsü (KAIST) akademisyenlerinden Prof. Sue B. Moon’un “Analysis of Twitter unfollow: How often and why “ başlıklı 51 gün süren araştırmasına göre aktif Twitter kullanıcıların %43’ü 51 gün içinde en az bir kere bir takipçisini ‘unfollow’ etmiş. Bir kişinin ortalama ‘unfollow’ sayısı ise 15-16. Yeni elitistler kişisel zevklerinin örtüştüğü kişilere ya da takip edilenin entelektüel seviyesine göre Twitter takipçilerini seçiyor.

Sue Moon’un bu araştırmasından yola çıkarak ufak bir genelleme yapabilir, sosyal medyada daha fazla kişi tarafından takip edilmek için sürekli paylaşmaya değer şeyler aradığımızı söyleyebiliriz. Hep mutlu olduğumuz anların, en güzel yerlerde yediğimiz yemeklerin fotoğraflarını daha tadını çıkaramadan takipçilerimizle paylaşırsak, gittiğimiz konferanslarda konuşmacıyı dinlerken söylediği sözleri bin atlıya bedel hızla akıllı cihazlarımızdan tweet’lersek, izlemediğimiz filmleri, okumadığımız kitapları beğenirsek ve bunu daha çok yaparsak yeni elitistlerin arasında yerimizi alabiliriz. Hepimiz bunu başarabiliriz.

Işıl Yılmaz / isilyilmaz.com

———————————————————————————– 

Işıl Yılmaz kimdir?

Hacettepe Üniversitesi’nde sosyoloji okudu, Ege Üniversitesi’nde işletme yüksek lisansı yaptı. Mezuniyetinin ardından İzmir’de bir reklam ajansında metin yazarı olarak çalıştı. 1 yıl kadar Münih’te yaşadı. 2010 yılı Nisan ayından bu yana AdresGezgini’nde sosyal medya yöneticisi olarak görev yapıyor. Sosyal medya, yeni teknolojiler ve internet sosyolojisi ile ilgileniyor.

Twitter: @isilyilmaz