Site icon Campaign Türkiye

“Robot gibi çalışan insanlar, insan gibi düşünen robotlar…”

Hepimiz kuralları yıkarak elde ettiğimiz taze sonuçlara, geleneklere dayalı beklentileri aşmaya inanıyorduk.”

Marry Wells Lawrence – 1962

1964 yılında, yılbaşına beş kala soğuk bir cumartesi akşamı, İngiltere’nin dört bir yanında aileler televizyon karşısında oturmuş, akşam yemeğine hazırlanırken, ekranda siyah beyaz bir film belirdi. Fotoğraflardan kırpılarak yapılmış neşeli bir animasyon… Dr. Who beklerken karşılarına çıkan sürpriz filmde, bir yılbaşı partisi ve kadehlerce içilen içkiden bahsediliyordu. Dış ses reklam tarihinde ilk defa ‘içmek ve araba sürmek tehlikelidir’ dedi. İçkili araba sürme yasağı çıkmadan üç sene evvel, tarihin ilk ‘Don’t drink and drive’ reklamını seyretti İngiltere. Ulaştırma bakanlığı Halas&Batchelor animasyon stüdyosuna verdiği siparişle alkol kaynaklı kazalar için dikkat çekici bir film yaptırmak istemişti. Joy Batchelor ve John Halas insanları sıkmayacak, sanatsal geçmişlerini sergileyebilecekleri, normal üretimlerinden farklı bir film denediler. Film işe yaradı, toplumun dikkatini çekmeyi başardılar… Gerisi de geldi sonra; 1967, 1970, 1971… Bu konuda yüzlerce film, ilan, uygulama yapıldı, ajans koridorlarında binlerce kez ‘çok iyi bi’ don’t drink fikrim var’ cümlesi duyuldu. Komik yanı, istatistiklere göre seneler içinde alkol kaynaklı kaza oranı ve ajanslara verilen siparişler çok azaldı ama yarışmalara sokulan ürün sayısı da giderek arttı. (İngiltere için 1979’da 1640 ölümden 2012’de 290’a geriledi.)

Dünyada üretim / tüketim arttıkça da yaratıcı sektörlerde nitelik, yerini sayısal çoğunluğa bırakmaya başladı. Zekanın kriteri olan ödülleri neyi yaparak aldığımıza değil, ne kadar çok aldığımıza bakmaya başladık. ‘En çok bende var’ demek için, önceden de uygulanmış ve gayet güzel çalışan formülleri tekrar tekrar yaptık; bu da sayısal sonuca ulaşmanın en konforlu yoluydu…

1956 yılında ve yine İngiltere’de Dartmouth College’de bir konuşmada ilk defa ’yapay zeka’ lafı kullanıldı. 1997 yılına kadar da kayda değer bir gelişme yaşanmadı. 1997 senesinde ilk dişe dokunur başarıyı elde etti yapay zeka. Deep Blue, insan zekasını yenerek dünyanın en iyi satranç oyuncusu oldu. İnsanoğlu da makinelerin daha iyisini üretmeye, bizlerin ise daha fazlasını üretmeye yönlendiren bir girdaba kapıldı. Kendimiz için zamanı daha verimli kullanma, daha çok parça üretme, daha pratik çalışma kitapları yazıp, seminerler düzenlerken sanal beyinlerde ise sınırları nasıl zorlayacağımızı araştırdık. Robot gibi çalışan insanlar, insan gibi düşünen robotlar…

Biraz derine inelim: Yapay zekadaki öğrenimin birkaç ayrımı var. Kesin bilgi (Satranç, Go gibi oyunlarda binlerce birbirinden farklı ama hesaplanabilir hamle vardır) ve kesin olmayan bilgi. Sonucu tahmin etme ve sonucu açıklayabilme olarak da ayırabiliriz bunu. Kesin bilgi rönesans resmi gibi değerini hesaplayabileceğiniz bir şeydir. Esere bakarak daha iyi renklerle boyanmış, daha doğru perspektif kullanılmış, kanvası daha dayanıklı, anatomi, konu, ikon dili, okuma yönü vesaire ile diğerlerinden daha iyi diyebiliriz. Bu kesin bilgi tarafını simgelerken diğer tarafta sanat eğitimi almış insanların bile içinden çıkamadığı, Kazimir Malevich’in 1915’te yaptığı eseri Siyah Kare gibi üretimler yer alır. Kesin olmayan bilgi; izleyene, ruh haline, ortama ve hangi duygular içindeyken izlendiğine göre değişen sonuçlar içerir. Bakan kişi o anda eseri çok sevebilir ya da parçalamak isteyebilir…Toplum değiştikçe yaratıcı aklın beslenmesinde de baş döndürücü bir kısırlığa doğru sürüklendik… Conrad Hall, Jack Cardiff gibi ünlü görüntü yönetmenleri renk paletlerini Vermeer gibi ressamlarda ararken, biz Behance, Dribble gibi sitelerdeki fırından yeni çıkmış işlere bakıyoruz. Hemen tüm reklamcılar reklam üretmek için sadece bir iki editörün sevdiği seçkiyi izliyor, testlerden en hızlı geçecek işi yazmaya, zamanlarını boşa harcamamaya çalışıyor ve toplantılarda bolca ‘Aaa! O fikir bende de vardı’ cümlesi kullanılıyor… Bu cümle de aslında ‘evet, birebir aynı kaynaklardan besleniyoruz’ anlamına geliyor…
Düşünün, üretimimiz neredeyse matematiksel formüllere dökülecek derecede düzleşmiş, kurgu kısmında tamamen testlerle ilerliyoruz, çıktıyı verimli göstermek için insanlara tacize varan yollarla ulaşıyoruz. Yaratıcılığı bu derece ezber formüllere emanet edince de tüm süreci yapay zekaya öğretebileceğimiz bir hale dönüştürmüş oluyoruz.

Dil okulu, kurumsal filmler, bisküvi, çikolata, dondurmalar, çevre koruma, güvenlik sistemi, obezite, 4×4, SUV, sigorta, leke çıkarıcı, bakım ürünleri… Hepsi için zorlanmadan birbirine benzeyen yüzlerce fikir üretmenizi sağlayacak bir makine yazabiliriz. Düştüğümüz durumu göstermek o kadar kolay ki, tasarladığım basit bir denklemi ekliyorum son olarak. Kutuları uç uca ekleyin, yüzlerce sonuca ulaşacaksınız.

Algoritmayı çok az kelime ve olay ile oluşturduğum için dilerseniz önce-sonra hanelerine yeni kelimeler ekleyebilir, çıktı sayısını kat kat artırabilirsiniz. Üstelik aralarında veri, inovasyon gibi kelimeler bulununca yine aynı yüzeysellikte ama daha yeniymiş gibi görünen fikirler bile üretmiş olursunuz.

Özetle iki yolumuz var. Ya kalıpları kıran, ilham veren, bulmak için beynimizi acıtacak işler yapacağız ya da basit bir formülle üretilebilecek fikirlerle, yapay zekanın yerimizi almasına seyirci olacağız.

Aybars Gürlü
Rafineri, Sanat Yönetmeni

Bu yazı ilk olarak Campaign Türkiye 94. sayısında yayımlanmıştır.

Exit mobile version