artwork

Reklam yayınlarını izleme araştırmaları ve kamu yararı

11 yıl önce

0

Yayınlanan bir yönetmelikle reyting ölçümlemeleri yetkisinin RTÜK’e verilmesini Avukat Çetin Ziylan yorumluyor ve de bir tarihe dikkat çekiyor: 16 Aralık 2012.

“Yayın Hizmetlerinin İzlenme ve Dinlenme Oranı Ölçümlerinin Yapılmasına ve Denetlenmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” 17 Ekim 2012 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

Bu yönetmelik kısaca RTÜK kanunu dediğimiz 6112 sayılı yasanın verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanmış ve radyo ve televizyon yayınlarının izlenme ve dinlenme ölçümüne ilişkin faaliyetleri kapsayan bir düzenlemedir. Bu yasa ve yönetmelikle getirilen düzen özetle, “(örneğin) bir televizyonun hangi programının, hangi sosyoekonomik gruptan, hangi nitelikteki kişiler tarafından, hangi zamanlarda, ne kadar izlendiğini belirleme işini öyle herkes dilediği gibi yapamaz; bu iş bu yönetmelikteki kurallara göre yapılmak zorundadır. Öncelikle RTÜK’ten izin alınması ve sonuçlarının RTÜK’e bildirilmesi zorunludur, izinsiz ya da kurallara aykırı ölçüm yapılmış ise RTÜK bunu denetler ve yapanlara ceza” anlayışını yansıtmaktadır.

RTÜK ne diyor?

Devletin RTÜK aracılığıyla bu işe el koymak istemesinin gerekçesi RTÜK Başkanı Prof. Dr. Davut Dursun tarafından 06.04.2010 tarihli RTÜK basın açıklamasında şöyle açıklanmıştı:

“Yayıncılar, ‘Reyting ölçümleri ticari bir iştir, piyasa kurallarına göre yürütülmelidir’ derken, bazı çevreler de bu konuda RTÜK’ün belirleyici olması gerektiğini savunuyorlar. Dünyadaki düzenlemeler ve örnekler incelendi: Denetimi yapan kurumların bizzat reyting ölçümü yaptığı ülkeler de var ama sayıları fazla değil. Genel uygulama, denetim yapan kurumun esasları belirleyip reyting ölçümlerini bu işi yapan kuruluşlara bırakması. Sonuçları itibarıyla bakıldığında reyting ölçümleri yayıncıların editoryal bağımsızlığını etkilediği için RTÜK olarak, ‘Bu konu ticaridir, piyasa kurallarına göre belirlenir’ deme şansımız yok. Bu nedenle kanun tasarısı taslağında, reyting ölçümleri ile ilgili esas ve usulleri RTÜK’ün belirlemesi öngörülmektedir. Bu yetki alındıktan sonra belirlenecek esas ve usuller kapsamında sorunun çözüleceğine inanıyoruz.”

Evet, 6112 sayılı RTÜK Kanunu da bu gerekçeye uygun kısıtlayıcı bir hükümle (madde 37-i) yasalaştı. Yeni yayınlanan yönetmelikle de denetim, yasaklama ve cezalandırma yöntemleri ayrıntılandırılarak pekiştirildi.

Gerekçedeki iki yanlış

RTÜK Başkanı’nın gerekçesi irdelendiğinde iki yanlış görülüyor:

Birincisi şu: İncelendiği iddia edilen dünyadaki düzenlemeler içinde yasa ile kamu otoritesine düzenleme, denetleme ve ceza uygulaması yetkisi veren bir örnek bulunmuyor. Basın açıklamasındaki “denetimi yapan kurum” olarak nitelenenler devlet yetkisi kullanan kamu otoriteleri değil, daha çok böyle bir araştırmayı yapmak için bir araya gelen “endüstri komiteleri”dir. Tamamen uzlaşma temeline dayalı yaptırım gücü olmayan özel teşebbüs ya da sivil toplum kuruluşlarıdır.

İkincisi, sonuçları itibarıyla reyting ölçümlerinin yayıncıların editoryal bağımsızlığını etkilediği iddiasıdır. Bu iddia da doğru değildir. RTÜK Başkanı, editoryal bağımsızlıktan kastın ne olduğunu açıklamıyor. Tahmin yürütürsek şu olasılıklar düşünülmüş olabilir:

• Ya ölçümler gerçekten Türk tüketicisini temsil eden bir örneklem içinde manipülasyona yol açmadan dürüstçe yapılmaktadır. Ama varılan sonuçlar en çok izlenen programların kalitesinin düşük olduğunu veya belli bir dünya görüşüne sahip olanlara hitap ettiğini (daha doğrusu etmediğini) ortaya koymaktadır. Yayıncılar bu reyting sonuçlarının tutsağı haline gelmekte ve programlarını bağımsızca planlayamamaktadır. Bu durumu değiştirmek gerekir yani müdahale edilerek (toplum mühendisliği yapılarak ) reyting araştırmalarından alınmak istenen sonuca uygun (halkımızın hangi tür programları izlemesini istiyorsak ona uygun) düzenlemeler yapılmalıdır. Uymayanlar da cezalandırılmalıdır.

• Ya da devlet denetimi olmadan yapılan reyting ölçümleri (yaşanan olayların da gösterdiği gibi) türlü manipülasyonlar nedeniyle gerçeği yansıtmamakta, bu sonuçlara itibar eden yayıncılar da editoryal bağımsızlıklarını kullanamamakta ya da yanlış kullanmakta ve bundan da kamu zarar görmektedir. O nedenle bu iş yasal düzenlemelerle ve devlet denetimi altında yapılmalıdır.

Kamu yararı var mı?

Yürüttüğümüz bu iki tahminde de sonuç olarak bir kamu yararı varmış gibi görünmektedir. Reyting ölçümünü devlete teslim eden anlayış da bu görüştedir. Ama aslında bu hayali bir kamu yararıdır. Çünkü yayın izleme ölçümü işi sözleşme özgürlüğü çerçevesinde oluşturulmuş bir kişiler arası anlaşmaya dayanmaktadır. Buna aykırı her türlü eylem ve sonuç, yine kişiler arası hukuk kurallarıyla çözülür. (Türk Ticaret Kanunu, Türk Ceza Kanunu vb.) devlet tarafından korunacak bir kamu yararı söz konusu değildir. Tam tersine konunun bütün aktörleri için gerçek bir “ticari yarar” söz konusudur. Çünkü ölçülen, reklamdır.

Reklam gelirleri yayıncılar için yaşamsal önemde bir girdidir. Birer ticari işletme olarak yayıncı kuruluşların kârlılığını gözetmesi serbest piyasa ekonomisi anlayışının doğal gereğidir. Yayıncının editoryal sorumluluğunu yerine getirmesi bu kârlılığın azaltılması pahasına gerçekleştirilmemelidir. Editoryal sorumluluğun yaşama geçirilmesinde üstün bir kamu yararı bulunabilir. Ama bu, yayın türünün ya da programların niteliklerinin belirlenmesi, sakıncalı bulunanlara izin verilmemesi şeklindeki düzenlemelerle yapılabilir.

Reklam veren ticari kuruluşlar için editoryal sorumluluk söz konusu olmadığı halde yönetmeliğin 15. maddesi onların da RTÜK’ten izin almadan yayın ölçümü yaptıramayacaklarını emretmektedir. Bununla ne gibi üstün bir kamu yararı korunmak istendiğini anlamak mümkün değildir. Bir özel teşebbüse reklam yapma diyemezsiniz, reklamını şu kişilere yönelik yap da diyemezsiniz. O kişileri belirleme hakkı, reklama yatırdığı parayı kendisi için en yararlı biçimde kullanma hakkına sahip olan reklamverendir.

Reklamveren hedef kitlesini oluşturan bireylerin en çoğuna nasıl en ucuza ulaşabilirim kaygısı içindeyken, yayın kuruluşu en çok izleyici çekecek programlar nelerdir, ona göre yayın yapayım da daha çok reklam alayım kaygısındadır.

Bu ticari kaygılar serbest piyasa ekonomisinin vazgeçilmez ve değişmez temel ilkeleridir. Bu ilkelerin değiştirilmesi benimsenen serbest piyasa ekonomisi rejimine müdahale anlamına gelir. O nedenle bu konuda toplum mühendisliği yapmakta kamu yararı bulunduğu iddia edilemez. Daha açık ifade edecek olursak; reklamveren bir girişimcinin reklama yatıracağı parayı nasıl harcayacağına devletin karışmasında “kamu yararı” yoktur, olamaz.

Sonuç

6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un 37. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendi ile bu maddeye dayanılarak yayınlanan “Yayın Hizmetlerinin İzlenme ve Dinlenme Oranı Ölçümlerinin Yapılmasına ve Denetlenmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” hükümleri T.C. Anayasası’nın sözleşme özgürlüğü maddesine aykırılığı nedeniyle iptale mahkumdur.

Yönetmeliğin özellikle ölçüm yaptırmak isteyenlerin RTÜK’ten izin almalarını şart koşan, buna uymayanlara büyük para cezaları öngören 15. maddesi ile böyle bir araştırmanın giderini ödeyecek olanların görüşü dahi alınmadan kapsamını uygun gördüğü şekilde belirleyen, genişleten, parasal yükünü ağırlaştırma yetkisini RTÜK’e veren maddelerinin hukuka aykırılığı açıktır.

Bu yola gidilecek ise dava açmanın son günü 16 Aralık 2012’dir.

Dava açmaya hakkı olanlar, başta reklam sektörünün dernekleri ile yönetmeliğin herhangi bir maddesinden “menfaatleri ihlal edilenler”dir. Örneğin ölçüm datasından mahrum kalan, yeni düzenlemenin getirdiği ölçümü parasal olarak karşılamada güçlük çekecek olan abonelerin “menfaati ihlal edilenler” tanımına gireceğini söyleyebiliriz.

 

Av. Çetin Ziylan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[arrowlist]

  • Bu yazı Campaign Türkiye’nin Aralık sayısında yayınlanmıştır.

[/arrowlist]