artwork

Ofislerimize geri dönerken…

2 yıl önce

0

Ev ve iş arasında bir denge kurmak zaten mücadele gerektiriyordu. Ardından karantina, pandemi ve evden çalışma, ikisi arasındaki çizgiyi daha da bulanıklaştırdı. Şimdi sınırları yeniden inşa etme zamanı.

Çalışan bir ebeveyn olarak son 21 ay boyunca zorluklarla mücadele ettim fakat iş ve aile arasında hokkabazlık yapmak, zaten pandemi öncesinde bile çoğumuz için zorlu bir işti. Bunun nedeni, işverenlerimizin işimizi zorlaştırması değil. Nabs için çalışıyorum ve onlar beni fazlasıyla destekledi. Benim için ev ve iş hayatı arasındaki sınırlar bulanıklaştı ve yapılacaklar listesinin son sırasında ‘iyi hissetmek’ geldi.

Salgın bana kendimle ilgili çok şey öğretti. Geriye dönüp baktığımda, şu an dünyada bu şekilde yaşamanın benim ve ailem için ne kadar iyi sonuç verdiğini görebiliyorum. Ben içe dönük biriyim bu yüzden odaklanmak için evde sessiz zaman geçirme fikri hoşuma gitti. Yavaş yavaş daha fazla esnekliğe olanak tanıyan karma bir çalışma biçimine uyum sağladım. Sağlığımı desteklediğini ve hokkabazlığı yönetmeyi biraz daha kolaylaştırdığını buldum. Ofise dönmek, pandemi öncesi stresli dönemlere geri dönmek anlamına geldiği için insanlar endişelenmeye başladı; kaygı düzeylerinin şu anda yüksek olması şaşırtıcı değil. 

Nabs’te birçok reklamcının şu anda duygusal desteğe ihtiyacı olduğunu bizzat biliyoruz. En son istatistiklerimiz, iletişime geçen insanların %35’inin bunu duygusal destek için yaptığını, grup koçluğu seanslarımıza katılımın ise insanların güvenlerini ve dayanıklılıklarını artırmak için yardım aramasıyla %24 arttığını ortaya koydu. Evet bazıları ofise döndüğü için rahatlıyor ancak diğerleri gözle görülür derecede endişeli.

Hayatımızın çeşitli alanlarında sağlıklı ve gerçekçi sınırlar belirlemek, bizi kişisel ve profesyonel olarak destekleyecek şekilde ilerlememize yardımcı olabilir. Zorluk, neye ihtiyacımız olduğunu bulabilmektir.

Danışma hattını arayanlara sık sık soruyoruz: “En çok neye ihtiyacınız var?” Bu, harika bir başlangıç ​​noktası olabilir. İşlerin neden mümkün olmadığı veya neden belirli bir şekilde hissetmememiz gerektiğiyle ilgili düşünceler, zihnimizin kontrolünü ele geçirme eğilimindedir bu nedenle işin püf noktası, nasıl hissettiğimizle bağlantı kurmaya çalışmaktır.

Dingin zamanlar yaratmak, kısa ve uzun vadede zihninizin ve bedeninizin neye ihtiyacı olduğu konusunda biraz netlik kazanmanıza yardımcı olabilir. Bu sessiz anları nefesinizi takip ederek, doğada yürüyerek ve tabii ki meditasyon yaparak bulabilirsiniz.

Sınırlar koymak gözü korkutabilir fakat biraz düşünce ve planlama ile bu, sadece ulaşılabilir değil, aynı zamanda ödüllendirici ve güçlendiricidir. İhtiyaçlarınızı iddialı bir şekilde iletmek için aşağıdaki yöntemleri deneyin:

– Geçmişte iddialı olduğunuz bir konuyu tekrar düşünün. O zaman işe yarayan herhangi bir araç veya teknik var mıydı?

– Size neyin yardımcı olacağını ve nedenini açıklamak için “siz” yerine “ben” kullanın. Bu, diğer kişinin yabancı hissetmesini önlemeye yardımcı olur.

– Karşı tarafın ne hissettiğini veya istediğini kabul edin, düşüncelerinizi paylaşın ve son olarak nasıl ilerlemek istediğinizi belirtin.

– Önceden bir konuşma alıştırması yapın ve söylemek istediğiniz şeyleri not edin.

– Mümkünse dik duruşa sahip olmak, daha yavaş konuşmak, göz temasını sürdürmek ve nefesinizi düzenlemek gibi iddialı bir beden dili kullanarak pratik yapın. 

– Nefesinizin hareketiyle bağlantı kurmak ve ayaklarınızı yerde hissetmek, bir konuşma sırasında endişeli hissediyorsanız topraklamaya ve sakinleşmenize yardımcı olabilir.

Evden çalışmak, iş-yaşam dengemi ve bütünsel sağlığımı koruyabilmem için beni, iş günümü düzenlemeye, yapılandırmaya zorladı. Ayrıca çalışırken mümkün olduğunca üretken olmamı da sağladı.

Sınırlarınızı belirleyin ve son birkaç yılda keyif aldığınız esnekliğin faydalarını korurken endişelerinizi biraz azaltın. Denge konusunda yardımcı olması için sınırlarımı sürekli olarak kontrol edeceğimi biliyorum; şimdi sizi de aynısını yapmaya davet ediyorum.

Claire Dickson

Nabs Kıdemli Destek Danışmanı

 

 

 

Bu yazı ilk kez Campaign Türkiye’nin 121. sayısında yayımlanmıştır.