artwork

“Konkur süreçlerine hala takık vaziyetteyim”

8 yıl önce

0

Bu röportaj ilk olarak Campaign Türkiye Nisan 2016 sayısında “Solda brief yükseliyordu, güneye giderken” başlıklı dosyada yayınlanmıştır.

Reklamveren ve ajans tarafında uzun yıllar çalışan Nesteren Davutoğlu, şimdilerde 10 kedi ve 2 köpeğiyle birlikte, sanat, sinema, müzayedeler ve antikalarla içiçe yaşıyor.

Reklamcılar Derneği Eski Başkanı, Ajans Ada’nın ve Lowe Adam’ın efsane ismi Nesteren Davutoğlu şimdilerde ajans hayatını bıraksa da tam olarak reklamcılık dünyasından kopamayanlardan… İstediği projeyle karşılaştığında hala büyük bir enerjiyle çalışmaya devam edeceğini söyleyen Davutoğlu’yla bugünlere nasıl geldiğini, reklamcılık ve pazarlama dünyasına bakışını ve günlerini nasıl geçirdiğini konuştuk.

Meslek hayatınızı özetleyerek başlayalım.

Meslek hayatıma gelirsek ilk önce TRT’de başladım. 10 yıla yakın bir süre orada önce montaj yaptım. Zaten Yusuf Kurçenli’yle de orada tanışmıştım. TRT yıllarından sonra işte 12 Eylül’ler, baskılar, kovalamacalarla birlikte yine Türkiye İşçi Partisi’nde (TİP) Ersin Salman’ı tanımıştım. Ondan reklamcı olmam yönünde bir öneri geldi. Bir şekilde bu teklif bana cazip geldi. Ama açıkçası reklamcılığın ne olduğunu bilmeden atladım. Hani reklamcılığa dair bir hayalim yoktu. Ama iletişim yakın bana. Ve Ajans Ada da çok dost bir alışma yeriydi. O dönemin sığınaklarından biriydi. Toplumsal meselelerle azıcık derdi olan yazarlar, sanatçılar, düzeltmenler, hepsi Ajans Ada’da becerilerini kullanıp, reklamcılık yapıyorlardı.

Tuhaf doğrusu; 35 yıl boyunca türlü isimlerle de olsa, yabancı ortaklıklarla da olsa ben aynı çatının altında kaldım. Arada bir 2-3 senelik şu parça var: Garanti Bankası’ndan müşterim İbrahim Betil bana “Gel biz bir banka kuruyoruz. Sen de bunun kurucu ortaklarından ol.” dedi. İlişkiler, ortam kalite gibi konuların yöneticisi olacağımı öğrendim. Bu önümde yeni kapıydı.

Böylece Ajans Ada’dan da gözyaşları ile ayrılarak Banka Express’e geçtim. Sonra kendimi Finansbank’ta buldum.

Daha sonra eski patronlarım ve dostlarım Ersin Salman ile Nazar Büyüm beni Lowe Ajans’ın başına çağırdılar. Çok şaşırdım çünkü ben kendimi yeni bir hayata hazırlamıştım. Şartlarımı kabul ettiklerinde bu sefer tekrar ajansa döndüm. Bir de anavatanıma, doğduğum topraklara hizmet etmeliyim, ajansı daha da ilerletmeliyim güdüsü vardı. Yani ben sadece çalıştım. Ama bir yandan da eğlendim. İş hayatını en iyi şekilde götürürken bir de baktım ki, benim yaşamaya vaktim yok. Ben boşluğu özledim, biraz bu işe ara vereyim dedim. Hatta bırakmak istedim. Ama network beni nazlaya nazlaya, 1 sene daha uzatsa da bu süreci, sonunda Lowe’dan mutlu bir şekilde ayrıldım.

Sektörden ayrılma sebebiniz neydi?

Ben sektörü doyduğum ve kendime boşluklu zaman bulamadığım için bırakmak istedim. Bıkmadım ya da nefret etmedim ama ömrüm buna gidiyor gibi bir duyguya kapıldım. Tırnak içerisinde söylüyorum başarılı, yetenekli, girişken biri olarak dünyaya gelmişim. Bunun hepsini mi reklama vereyim diye düşünüp daha farklı alanlarda faydalı olmak istedim.

Bir de ben Polyanna’yımdır, her şeyi iyi yanından alırım. Ama sektörde nelere kızıyordun, güceniyordun derseniz konkurlara hala takığımdır. Büyük bir iş gücü sömürüsü olduğunu düşünüyorum. Güzellik yarışması gibi siz beşiniz şöyle bir geçin marifetlerinizi anlatın belki ben birinizi seçerim gibi… Eşitliği bozucu bir tavır olduğunu düşünüyorum. Ama ben isteyeyim ya da istemeyeyim rekabetçi bir dünyada yarış var. O zaman da usulüne uygun olarak yapılmasını istiyorum. Katılan kurumların birbirlerini bilmeleri, şeffaf olmaları, katılım kriterlerini bilmeleri, emek için bir karşılık almak… Hani bütün bunları beklerken gitgide şu şunun tanıdığıymış gelsin anlatsın, son anda eklenenler, tatsız tuzsuz şekilde sürecin yürütülmesi… Ben bunları iyi bir reklamverene de yakıştırmıyorum.

Ben her zaman win-win konuları seviyorum. Reklam ajansları olarak birazcık da kazandığımızı hak ettiğimizi düşünüyorum. O zaman şeffaf sözleşmeler, saat ücretleri, proje başı maliyetler ya da hala komisyonla çalışılacaksa onun kriterlerinin iki tarafın da gönüllüğüne bağlı olmasını istiyordum. Beni yoran bu tip şeylerdi. Yoksa hala bir brief gördüğümde beni heyecan basar. Brief iyi çözülme ihtimali yüksek bir sorun demektir. O zaman onu iyi çözmek için de kolları sıvamayı çok severim. İşte beni rahatsız edenler üstünkörü iş, kötü brief’ler, kötü kapalı pasif ortamlar filan… Reklamcılık dünyası biraz bensiz devam etsin dedim.

Peki dışarıdan bir gözle baktığınızda reklam ve pazarlama dünyasını şimdi nasıl görüyorsunuz?

Zaten bırakalı çok zaman geçmedi. 2,5-3 sene oldu. Bu zaman zarfında çok şeyin değiştiğini düşünmüyorum. Reklamcılık, Türkiye’de çok gelişmiş Avrupa standartlarında bir sektör. O nedenle gurur duyuyorum. Reklamvereni de tuhaf bir şekilde çok severim. Yani hep bir partner gibi görürüm ve en iyi işlerimi reklamverenle ortaklık duyduğum projelerde yapmışımdır. Ajansta en motive olduğum şey eşit konumlama. Mesela Unilever’le o kadar coşkuyla çalıştık ki… Omo Kirlenmek Güzeldir’in içgörülerinde, araştırmalarında reklamvereni de aynı partide görebildiğimiz zaman iş çok zevkli bir hale geliyor.

Bu yeni hayat tarzınıza nasıl karar verdiniz?

Bazı toplantılarda benimle çok yakın çalışan reklamcı arkadaşlar, “Nesteren Hanım siz gelmeseniz artık…” demeye başladılar. Çünkü karşımdaki yanlış bir şey yaptığında, adeta dövmek istiyordum. Benim net ve acayip bir yanım var. Herkesin iyi, her şeyin eşit ve renkli olduğu bir ortam istiyorum. Böyle olmayınca ve bir reklam sunduğumuzda “ay ben bunu beğenmedim” gibi bir laf duyunca çok kızıyorum. Mesela bir keresinde bir müşterinin -bir genel müdür kardeşimizin- sırtına şakayla karışık bir yumruk indirmişliğim var. Şu yanları güzel, burası eksik, şurayı geliştirelim mi gibi dese, ben onun için yaşım fark etmez, sabahlara kadar çalışırım. Ama böyle bir beğenmedim abukluğuna dayanamamaya başladım. Dolayısıyla daha gençlere, daha sabırlı kişilere bırakmaya başladım. Niye ben kendimi böyle yıpratıyorum? Hiç pişman değilim tam zamanında karar verdiğimi düşünüyorum.

Kendime zaman, hayat ve özgürlük satın almak istedim. Kısmen yaptım, kısmen yapamıyorum. Hala vaktimi boşaltmakta başarılı değilim.

Peki gün içerisinde neler yapıyorsunuz?

Ben onları 5 parmak diye özetliyorum. İlki Reklamcılar Derneği’nin eteğinde kurumsal işler ve bakanlıklar ile Ankara’yla ilişkilere zaman ayırmak. Standart bir günüm yok ama bu toplantılara, ayda 1 Ankara’da gittiğim için ve sektörü temsil etme sorumluluğu taşıdığım için, bu benim hayat tarzımın içinde yer alıyor.

İkinci olarak öğretmenlik var. Bunu hem Sabancı Üniversitesi’nde yapıyorum hem de çok Tim Danışmanlık şirketinde çalışıyorum. O beni bir yerlere gönderiyor. İşte Denizbank’a, Vakıfbank’a veya Nestle’ye gidiyorum. Parça entegre iletişim, kişisel iletişim gibi konularda çalışıyoruz. Brand me diye bir modül yazdım.

Üçüncüsü STK. Yapım gereği sivil toplumla hep bir alakam olmuştur. Örgütlü halkların kendilerini daha iyi ifade edebilme hakkıyla birlikte, hayattan daha çok pay alma şansları olduğunu düşünüyorum. Zekeriyaköy’de bir komşuluk birliğimiz var. Ben oranın genel sekreteriyim. Bir yandan TEGV’in mütevellisiyim. UNICEF’le de çalışıyoruz.

Dördüncü bacağa gelirsek Cheers diye bir barım var. Orada antika da satılabiliyor, bazen müzayedeler oluyor. Ortağım ilgileniyor.

Beşinci ve son bacak da benim için tamamen hoş ve boş işler. Bol bol yazı yazmak, birkaç tane kitabım var. İşte seyahat anıları, ülkelere bakışı işliyorum. Bir Nesteren Davutoğlu sanattan da eksik kalamaz. Kolajlar üretiyorum. Hayattan ilham alıyorum. 3D malzemelerle, bit pazarlarından topladığım artık şeyleri, farklı amaçlarla kullanıp heykel yapmayı seviyorum. Bu arada Köln’de bir sergiye davet edildim. Şu an heyecanla hazırlanıyorum. Bunun dışında antikayla ilgileniyorum. Bitpazarları çok ilgimi çekiyor. 10 kedim, 2 köpeğim var. Tekneyle gezmeyi seviyorum. Bol bol seyahat ediyorum.

Sinemayı çok sevdim ama bana bir boy büyük geldi. Benim istediğim sinemayla, Türkiye’deki seyircinin izlemek istediği sinema aynı değil. Prodüktörlük için de kaynak bulamayınca ve kendi birikimlerim uçunca bu işin bana bir boy büyük geldiğini anladım. Mutlu bir kadınım. Bir tek Yusuf ölmeseydi diyorum, hani erken öldü. Onun dışında hayat bana iyi davrandı ben de hayatı seviyorum.

 

 

Senin için
Tümünü göster
Elektrikli Fiat Topolino Türkiye’de

İki farklı gövde tipi bulunan Topolino’nun kapalı versiyonu (Topolino), 449...

Yeni Elektrikli Ford Explorer 30.000 km’lik dünya turunu tamamladı

Tamamen elektrikli yeni Ford Explorer ve Lexie Alford, 30.000 km’lik...

Mercedes-Benz GLB Makyajlandı

Mercedes-Benz, kompakt tasarıma sahip GLB SUV’yi çeşitli yenilik ve daha...