Bana en çok sorulan bir diğer soruyla devam edelim diye düşündüm bu hafta, “Ömür dönmeyeceksiniz değil mi?” Adeta soru bile olmayan bir soru, emir kipinde bir merak, “Dönmeyin sakın!” çığlıkları içinde sanki son bota biz binmişiz gibi bir hal. Anlıyorum elbette, benim de böyle sorular sorduğum olmuştur kimi zaman düşüncesizce, iyi niyetle, ama çoğu zamanda susmuşumdur. Gitmekle ilgili herkesten önce gaza geldiğim de doğrudur ama birinci elden de bildiğim üzere gitmek, dönmemek, bütün bunlar o kadar da basit olmamalı ya da bu kadar da önemli. Haydi şimdi biraz bu “gitmek” meselesini konuşalım.
Öncelikle şuraya teknik bir parantez açmak istiyorum. Bu tip programlar, biz kapağı bu ülkelere atabilelim diye tasarlanmış programlar değiller. Tam tersi ‘senin bulunduğun yerde yerin iyi, etkin iyi, bunu nasıl daha da parlatırsın, biz senden nasıl yararlanırız, nasıl bizim insan ağımız güçlenir, biz sana sen oradayken nasıl destek oluruz’ diye düşünülerek tasarlanmış, “lider yerinde güzel” programları. Bu yüzden de çok keskin ve katı vize kurallarına tabiler, “hazır gelmişken biraz daha kalalım” demenize bile müsaade etmiyorlar. Vizenin üzerinde “2 sene mecburi hizmet” damgası var, yani ülkemize döneceğiz, hizmet edeceğiz, beynimizi göç ettirmeyeceğiz sözü veriyoruz. Ayrıca 6 ay, burada bütün işleri bağlayıp her hazırlığı yapıp tüm develere her türlü hendeği atlatmanız için yeterince uzun bir zaman değil. Yapılacak şeyler var mı elbette var ama çok sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi en önemlisi “niyet”.
Dolayısıyla biz hiçbir zaman dönmemek üzere gelmedik buraya, kaldı ki biz herhangi bir ülkeye bu niyetle gidemeyiz bence. En azından kendi adıma söylemeliyim; ben gitmek ve dönmemek meselesini bu kadar katı bir şekilde tanımlayacaksam, bu ülkeler arası bir tercih olmazdı benim için. Hayır yıllarca Almanya’da yaşamadım, Amerika’da okumadım, uzun yıllar Paris’te çalışmadım ama işim gereği, çevrem gereği, ailem sebebiyle bu ihtimallerin çoğunda yaşanan hayatlara şahit oldum, kendim de küçük denemeler yaptım. Bu hayatları kötüleyecek değilim, çarpılırım. Dışarıdan görüntüsü itibarıyla tabii ki bizim Türkiye’deki her türlü hayatımıza bin basan bu hayatlar, içinde de çok güzel emin olun. Çiçeği, köpeği, çocuğu için, mesleği için giden herkes haklı ama kaçmak için gidilmez bence, benim itirazım buna. Buradan gidince yaşanan bu hayatların güzel olma ihtimali, kaçmak için ya da dönmemek için gidildiğinden değil, bir yerlerde bir süre bulunma ihtimali mümkün olduğu, bu elde olandan en azından bir süre daha iyi geleceği için. Ben bir ülkeden kaçarak gidilebileceğine ve dönmemek üzere bir karar alınabileceğine, mülteci durumuna düşmediğimiz sürece pek inanmıyorum. Endişeli modernler olarak bu kaygımızı çok iyi anlıyorum ama buna doğru şekilde yaklaşmadığımızı düşünüyorum.
Üstelik sosyal medyanın fişini çekmediğimiz, başkalarının yaşadığı hayatlara imrenerek kendi hayatımızı kalibre ettiğimiz ve tüketerek var olmaya devam ettiğimiz sürece hangi vizeyle hangi özgürlüğe yelken açtığımızın bir önemi yok. Hoşumuza gitmeyen hiçbir şey hayatımızı yaşama şeklimizi değiştirmediğimiz sürece peşimizi bırakmayacak. Kaçıp gideceksek, bir dağ köyüne kaçıp gitmeyi konuşalım. Bundan 11 sene önce bir blog yazısında yazmıştım, toprakla yeniden buluşup “köylü” olmayı keşfetmeden yeniden mutlu olamayacağımızı. Bunu, Bodrum’a taşınalım yaz kış orada yaşayalım anlamında söylemiyorum. Bir parça toprağın verdiği kadarının içinde, yediğimizi içtiğimizi yoktan var ederek, herhangi bir fatura ödemeyerek, kendi ısımızla, suyumuzla, bitkimizle çarkımızı döndürerek yaşamak, benim gözümde kaçıp gitmek. İyi anlamda kaçıp gitmek, bir şeyleri ardımızda bırakmayı başarmak için kaçıp gidebilmek. Bunu yapacaksak, hemen. Çünkü ancak o zaman kaçtığımız şeylerden kurtulabiliriz, ancak o zaman herkesin konuştuğu şeyler canımızı yakmaz, üretmeye yeni ve daha gerçek bir anlam yükleyebiliriz.
Ya da bir ihtimal daha var. Bulunduğumuz yeri ve onunla ilgili hoşumuza gitmeyen her şeyi, şikâyeti bırakıp değiştireceğiz. En azından değiştirmekle ilgili daha dürüst bir yol izleyeceğiz. Sessiz kalmayacağız mesela, müşterilerimiz bizi terk eder, o lüks arabalara binemeyiz diye korkmayacağız. Çok daha küçük hayatlar yaşamaktan korkacak bir şey yok, New Haven’dan bildiriyorum, küçük hayatlar çok güzel.
Kaçacaksak kapitalist düzenin dayattığı mecburiyetlerden kaçalım, bir yöne doğru koşacaksak, o problemin kalbine doğru olsun. June’un Chicago’ya kaçması gibi… Bir şeyleri değiştirme gücünü, ihtimalini herkesin kendinde hissettiği bir dünyada, kaçacak şeyleri çok azaltabilirdik.
Yakın zamanda Yale Üniversitesi Çevre Fakültesi’nden mezun iki genç, İngiltere’de kraliyet ailesinin destekleriyle gerçekleşen EarthShot Prize yarışmasında CoralVita projeleri ile büyük ödüle layık görüldü. Koca koca danışmanlık şirketleri Yale’de kol geziyor. İklim teknolojileri üzerine yapılacak danışmanlıklardan kazanılacak paraları düşündükçe, dünyanın en iyi mezunlarını tabii ki onlar kapmak istiyor. Yale’de en çok konuşulan konulardan biri bu – kamuya hizmet için insan yetiştirmeyi kendisine misyon edinmiş bir okulda, kamunun maaşlarıyla kapışamayacak kadar uçuk danışmanlık maaşları ve iş teklifleri herkesin haklı olarak aklını çeliyor. Bu büyük ödülü alan çocuklara da teklif gelmiştir eminim. Şu anda bile burada benim de mentorluk yaptığım çocuklara bu teklifler yağıyor, üstelik daha mezun olmadan. “İklim için çalışmak istiyorum, danışmanlık şirketlerinin iyi teklifleri var.” diyor son sınıftaki öğrencilerimden biri. Güzel bir kaçış, muhtemelen 5. Cadde’de, Central Park’ı gören bir loftta biten. Ama CoralVita’nın kurucuları Sam ve Gator’un kaçış planı tam böyle olmamış. Bahama’da kurdukları ilk mercan tesisleri, Dorian fırtınasında yıkılmış olmasına rağmen yılmamışlar. Çünkü kulaklarını tıkamak istedikleri şeyleri karşılarına alıp değiştirmek o kadar kolay değil. Onlar da bunu biliyorlar ama yine de bu zor olana doğru kaçıyorlar.
Kaçmanın her türlüsünü konuşmak isterseniz, her zamanki gibi beklerim, bana yazın.
omur.kulacapan@yale.edu
Instagram @omur
Ömür Kula Çapan
Reklamcılar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi
Yale University M. Greenberg 2021 World Fellow