İnovasyonu önce içinde başlat

12 yıl önce

0

Ya sistem ol ya da sistemi kur… Yaratmak yetmiyor, sistemin kurulması şart. Süreklilik için, üzerine konacak her parçanın anlamlı olması için, ahenk için, devamlı inovasyon için, evrim için!

Haziran ayında 3 haftaya yakın Barcelona’da EADA Üniversitesi’nde MBA sınıfına yeni oluşturduğum “İnovasyonu önce sen içinde başlat” adlı dersi vermek üzere bulundum. Şehrin mimarisi, iklim, insanlar ancak bu kadar iç içe entegre bir sistem oluşturabilir diye düşündüm. Hatta bir ara Barcelona ismini değiştirsin kendine Happylona desin diye bile aklımdan geçtiği oldu. Şehrin enerjisi mutlu. Koşmuyor, kendi ritminde yürüyor, hiçbir şeyden geri değil hatta bol bol insanı içine çekiyor. Sanki Paulo Coelho okuyor gibi hissettim kendimi.

İspanya ekonomik anlamda zor günler yaşıyor ancak Barcelona zannedersem turizm gelirleri ile ülkenin en büyük destekçisi. Turizm deyip geçmeyin konu sadece kum, restoran, müze turizmi değil. EADA Ünversitesi’nde sınıfım 40 kişiydi. Yedi İspanyol dışında diğer 33 kişi farklı ülke ve üniversitelerden programa katılmış. Örneğin UCLA’den sekiz öğrenci vardı. Aslında kendi ünversitelerinde başka bir ders alarak da mezun olabilecek bu MBA adayları özellikle Barcelona’yı seçmişlerdi. Futurist Thomas Frey’in de dediği gibi üniversiteler gitgide duvarları dışına çıkıyor. Aslında öğrenciler tecrübe için mekan seçmeye başlayıp içerik tarafını belki de iTunes U’dan indiriyor olacak 5-10 sene içerisinde. Bence olay tamamen kurumların diploma arayışlarındaki zihniyet değişimini bekliyor.

Döndüm ve dikkatimi İstanbul’da üniversitelerin tercih dönemi ilanları çekti. Sende Işık Var, Khas’lıyım, Hayata Bilgi’yle başla… Bu ilanları bir çok kişi eleştirse de ben alkışlıyorum. Aslında üniversiteleri kendilerine kimlik çalışması yapmaya zorluyor bu rekabet. Kimlik önemli çünkü bir üniversitenin bir duruşu, varlık sebebi ve sunduğu faydalar olmalı. Bu faydaları uzun sıkıcı metinlerden, klasik bina görsellerinden ziyade net anlatımlar ile görünür kılarken bu duruşlarını yaşam şekillerine entegre etmeleri şart. Bu doğrultuda ivmelenen bir stratejik eğilimin mutlaka üniversitenin akademik yapısı, altyapısı ve sunduğu bölümler ile desteklenmesi gerekiyor. En büyük tehlike marka çalışmalarının algı yapılandırma hamlesinden ziyade makyajlama haline gelip aslında özde yapının bambaşka bir atmosferde olması olur. Bir diğer konu ise ünversitelerin bu anlatımlarına her sene devam etmeleri. Algı orta, hatta uzun vadede oturur; bunun için sistem ve süreklilik gerekir. Burada harcanan para aslında gelecek için yatırımdır.

Barcelona’da dikkatimi çeken bir başka konu marka ve reklamlar oldu. Yaratıcılığı bol ve pratik açılımları olan ilanların çokluğu dikkatimi çekti. Yani dakikalarca, sayfalarca görünürlük yerine kısa ama çoklu frekans. Bu hem daha eğlenceli hem de tekdüzelikten uzak.

İspanyol markalarının hakim olduğu perakende ise bir diğer konu. Catalonia’nın ulusal ruhunu dillendiren birçok marka teşebbüsü sokakta. İşin ilginç tarafı sekiz sene evvel bu böyle değilken son dönemde müteşebbis ruhun sokağa yansıması. Daha da güzeli bu ruh genç. İnsan otomatik olarak soruyor nüfusunun yüzde 50’sinden fazlası 30 yaş altında olan bizler gizlendiğimiz barınaklarımızdan ne zaman dışarıya çıkacağız? Ne zaman bizde de bir banka bir Cosmo Caixa gibi bir bilim müzesi kurup Pazar günleri ziyaretçilerden para almayacak? Ya da ne zaman bir takımımız Barcelona futbol takımı gibi o şehri dünyaya anlatacak; bisiklet ve herhangi bir tekerlekli motorsuz araç için şehirler yeniden çizilecek, bisikletler paylaşılacak?

“Que mas un club”, bir kulüpten fazlasıyız diyor FC Barcelona stadında. Temel değeri duyarlı olmak. Ne ilginçtir ki bu takımı Stanford Üniversitesi’nin vaka çalışması olarak Türkiye ya da İspanya’da işlemek hiç bir şey değiştirmiyor sınıflarda oluşan içerikte. Real Madrid ne kadar kazanmak ve hırs ile bağdaştırılıyorsa FC Barcelona takım olmak ve duyarlılık ile ilişkilendiriliyor. Bu bir tesadüf mü? Hayır, bir strateji. Ve bütün dünyaya yansıtıldığı için çok da başarılı bir strateji. Bunu yapanların bizden farkı ne? Fark, sistem ve kendi ritminde olmak. İçinde olmak. Özündeki inovasyonu yürürlüğe koyarak sürekli yaratmak. Taklit ve büyük için uğraşmak yerine inovatif ve pratik bir ölçekte olmak. Tereddüt etmemek. Denemek ve yanılmaktan hatta başarısızlıktan korkmamak. Miro ile Barcelona futbol takımının bir tuvalde bir araya gelmesi inovatif bütünlük için en güzel örnek olsa gerek.

Yeni Barcelona 1930’larda iki akarsu arasına sistematik bir şekilde planlanmış. Modern Sanatlar Müzesi’nde bir maket üzerinde anlatıyorlar. Taklit etmemiş ama şehircilikte çözülemeyen problemler ile olması muhtemel problemleri öngörmüş sonrada alıp inovatif çözümler üreterek büyümüş. Hazır olduğunda da kendini dünyaya ‘92 Olimpiyatları ile yeniden tanıtmış.

Gaudi, Miro ve Picasso’nun şehrinde sistemi ve gençliğin inovatif enerjisini hissetmek güzeldi. Bir gün umarım yurtdışından bizim şehirlerimizden birine gelen bir yazar da böyle bir sütunu kaleme alır ve ben de tebessümle okurum.

Semih Yalman

Editor in Youth

semih@campaigntr.com

 

[arrowlist]

  • Bu yazı Campaign Türkiye’nin Ağustos  sayısında yayınlanmıştır.

[/arrowlist]