artwork

“Fotoğraf, içinde bulunduğu zamanın eşsizliğini yansıtıyor”

4 yıl önce

0

Avukat Alper Yeşiltaş, pencere serisiyle yurt içinden ve yurt dışından pek çok yayının dikkatini çekti. Profesyonel hayatıyla yetinmedi, kendini ifade edebileceği başka bir alan daha bularak ilham veren bir hikayenin kahramanı oldu.

Kırmızı bir duvar, beyaz bir perde… Bir pencerenin nasıl bir hikayesi olabilir ki? Ama oldu, hem de 12 yıl süren bir hikayesi oldu. İstanbul’da yaşayan ve asıl mesleği avukatlık olan Alper Yeşiltaş, bu uzun soluklu projesiyle hem Türkiye’de hem de yurt dışında dikkatleri çekti. Pencere serisiyle pek çoğumuzun her gün görüp geçtiği sıradan objelere, rutinlere farklı bir bakış açısıyla yaklaşıldığında asıl hikayelerin ortaya çıktığını hatırlatan Yeşiltaş, ayrıca fotoğraflarında kullandığı filtrelerle de beğeni topluyor.

Pek çoğumuzun ev-iş arasında kaybolduğu, hatta pandemiyle beraber ev ve işin iç içe geçtiği, kendimize nefes alacak boşluklar bile bırakmadığımız hayatlarımızda O kendisini ifade etmek için bir alan daha buldu.

Kamer Yılmaz Fotoğraf maceranız nasıl başladı?
Alper Yeşiltaş Çocukluk yıllarımda her evde olduğu gibi bizim evimizde de bulunan analog makinelerle çekmeye çalıştıklarımı saymazsak, fotoğrafçılık ile tanışıklığımın 2003 yılında sahip olduğum ilk dijital fotoğraf makinesi ile başladığını söyleyebilirim. O yıldan beri dijital fotoğrafçılığın içerisindeyim. Önceleri siyah beyaz fotoğraf ile ilgileniyordum. 2005’te katıldığım siyah beyaz fotoğraf” konulu bir yarışmada birinci seçilip ödül olarak verilen, zamanına göre oldukça özellikli (yine dijital) bir makineye terfi ettiğimde, farklı fotoğraf türlerini ele almaya karar verdim. O günden beri genellikle şehir manzaraları, sokak detayları, portreler ve bazen de kavramsal işler ile fotoğraf alanındaki çalışmalarımı sürdürüyorum.

Kamer Yılmaz Aslında pek çoğumuz sizi pencere serinizle tanıdık. Biraz bu seriden bahsedebilir misiniz? Bu seriye bir proje olarak mı başladınız?
Alper Yeşiltaş Bahsettiğiniz fotoğraflarda yer alan kırmızı duvardaki küçük pencereyi gören bir evde 15 yıl boyunca yaşadım. 2005’ten, 2017‘de bina kentsel dönüşüm sebebiyle yıkılana kadar 12 yıl boyunca pencerenin fotoğraflarını çektim. Pencerenin bulunduğu yerde şu anda başka bir bina ve bu binaya ait yine küçük bir pencere var (ama çok yeni olduğu ve endüstriyel gözüktüğü için onu fotoğraflamayı henüz düşünmüyorum). Pencere bana bir ressamı, pencerenin fotoğraflarda gördüğünüz farklı halleri ise bu ressamın yaptığı resimleri çağrıştırıyor.

Pencere bir evin odasına ait değildi, binadaki boş bir koridora açılıyordu ve yılın büyük bölümünde açık tutuluyordu. Yer yer çatlamış duvar ile pencerenin beyaz perdesi güzel bir karşıtlık oluşturuyordu. Odamın tam karşısındaydı ve onu bu açıdan görebilen tek kişi bendim. Bu bana ilham verdi ve pencerenin fotoğraflarını çekmeye başladım. Bu, hikâyenin başlangıç noktasıydı. Önceleri pencereyi değişik mevsimlerde fotoğraflayıp küçük bir albüm oluşturmayı hedefliyordum fakat mevsimler gelip geçtikçe pencere bana birbirinden güzel pozlar verdi ve ben de onu fotoğraflamaya devam ettim. Neticede onlarca fotoğraftan oluşan bir albüm ortaya çıktı.

Bir gün binanın yıkılacağı ile ilgili haber geldi. Binanın boşaltıldığı ve perdenin pencereden söküldüğü anları gördüm. Binanın yıkılışını izledim. Orada olduğum ve bunu izlediğim için şanslıydım. Pencerenin yok oluşu o kadar kırılgan ve o kadar hızlıydı ki, tüm bunlar sanki hiç yaşanmamış gibiydi. Bu bakımdan belki hikaye size üzücü gelebilir ama ben (belki de serinin ta kendisi olan) o son anı fotoğraflayabildiğim için mutluyum. Olaylar benden habersiz de gelişebilirdi.

Seride yer alan bir fotoğrafta, duvardan aşağıya düşüyor gibi görünen bir fotoğrafçı var, bu fotoğrafla ilgili çok mesaj aldım. Şöyle izah edeyim, başlangıçta, pencerenin 12 yıl boyunca fotoğraflarını çekeceğimi ve sonunda da pencerenin bulunduğu binanın yıkılacağını düşünmemiştim tahmin edersiniz ki… Seriye başladıktan birkaç yıl sonra, yeterince fotoğraf çekmiş olduğumu düşünerek seriyi biraz da eğlenceli biçimde sona erdirmeye karar vermiş ve bu fotoğrafı çekmiştim. Bu fotoğraftaki iki gölge de beni temsil ediyor. Pencerenin fotoğraflarını çeken kişi olarak ben, sol tarafta aşağıya düşüyorum. Onu aşağıya iten ve seriyi bitiren kişi olarak ben ise, sağda, yukarıda duruyorum.

sdr

Kamer Yılmaz Çektiğiniz fotoğraflara baktığımızda farklı bakış açıları, farklı kareler olsa da size ait renkler var. Aslında imzanızı oluşturduğunuz bu filtre ile attığınızı söyleyebilir miyiz?
Alper Yeşiltaş Instagram’da paylaştığım fotoğraflarda kullandığım renk tonlarıyla ilgili çok mesaj alıyorum; bu tonları, teknik açıdan sinemada siyah-beyazdan renkliye geçilmeye çalışılan 1920’ler dönemine bir öykünme gibi algılayabilirsiniz. Kullanılan teknikten ötürü ilk renkli filmlerde kırmızı ve mavi tonlar ön plandaydı (teknikle ilgili daha ayrıntılı bilgi için bakınız: Two strip technicolor). Bilimsel adımlara dayalı bu tarz sanatsallıklar benim için ilginçliklerini hiç kaybetmiyor.

Bunun dışında, fotoğrafta bana kalırsa öncelikle konunun kendisiyle ilgilenmek, konuyla bağ kurup bu bağı kaydetmek çok önemli. Çerçevenin ötesine geçip konuya odaklanma yolculuğumda bugüne kadar yakaladığım fotoğraflardan bazıları, bundan büyük mutluluk duyuyorum ki, dünyanın çeşitli ülkelerinde kitapların, dergilerin, albümlerin kapağında yer aldı. Sanırım bu nedenle bilinçaltım artık, vizörden ya da ekrandan konuya bakarken, konuyu kendinden başka bir eseri de ifade edebilecek bir formda yakalamaya çalışıyor. Öte yandan fotoğraf, içinde bulunduğu zamanın eşsizliğini yansıtmaya ve zamanda geriye gitme isteği yaratmaya hep devam edecek. İnsanlar 2050 yılında, 2020 yılında çekilmiş fotoğraflarda yakaladıkları ayrıntıları birbirine gösterip hayrete kapılacak ve 2020 yılına geri dönmek isteyecek mesela. Bu insanlar, şu anda sizin etrafınıza bakıp da göremediğiniz neyi görüyor olacak, bunu değerlendirmek lazım.

Kamer Yılmaz Bir yandan iş hayatınız da devam ediyor sanırım. Ve fotoğrafçılıktan oldukça uzak bir alandasınız. Bu iki disiplinde aynı anda çalışmaya nasıl vakit buluyorsunuz?
Alper Yeşiltaş Gerçek mesleğim avukatlık sizin de bahsettiğiniz gibi. Hukuk eğitiminin ve avukatlığın hayatı öğrenmemi, seyahat ve fotoğrafın ise hayatı görmemi kolaylaştırdığını söyleyebilirim. İlk deneyimleri, ilk kez gördüğüm bir şehri, bu şehrin caddelerini, sokaklarını, insanlarını, hayvanlarını fotoğraflamayı çok seviyorum. Bunun yanı sıra Instagram’da takip ettiğim yabancı fotoğrafçıların İstanbul’u (ya da Türkiye’deki başka bir şehri) ilk kez ziyaret ettiklerinde yakaladıkları fotoğrafları, onların bakış açılarını incelemeye de bayılıyorum. Daha önce onlarca kez bulunduğum noktaları, orada ilk kez bulunan bir göz benim hiç görmediğim açılardan yakaladığında hayrete kapılıyorum. Mesleğimde de bu var, sürekli farklı bakış açıları görüp yeni şeyler öğreniyorsunuz, ilerliyorsunuz.

Kamer Yılmaz Instagram gibi sosyal ağlarla beraber ve tabii teknolojinin de yardımıyla telefonların kamera özellikleri fotoğraf tüketim alışkanlıklarımızı da etkiledi sanki. Siz nasıl yorumlarsınız?
Alper Yeşiltaş Günümüzdeki kameralar, yapay zekâ donanımları sayesinde, fotoğraf henüz çekilmeden dahi fotoğraf üzerinde oynama/geliştirme yapabiliyor. Ben, teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, başarılı bir fotoğrafın, izleyenin zihnine saniyeler içinde kazınmasını sağlayan, “fotoğrafçı gözü” olarak da ifade edilen kavramın, fotoğrafçının ancak zihninin içerisinde, zihninin bir bölümünde yer alabileceğine, çantasının içerisinde ya da boynunda asılı vaziyette mevcut olamayacağına inanıyorum. Kişi eğer bu bakış açısını zihnine bir şekilde yerleştirebilmişse, içinde yer alınan sahnede hemen her anın fotoğrafa dönüştürülebileceğini düşünüyorum. Hayal gücünün kişide olduğu ve kişinin sahnesinde her şeyin mümkün olabileceği unutulmamalı. Ama yine de, işimi kolaylaştırması bakımından yanımda iyi bir kamera olmasını tercih ederim tabii.

Dünyanın gelmiş geçmiş en yaygın mecrası olan sosyal medyada popüler olmak ile sanatta başarılı gösterilmek birbirinden farklı şeyler ama sanatçılar, sosyal medya aracılığı ile tanınmak, sosyal medyanın olası getirilerinden faydalanmak istediğinde, sosyal medyanın kurallarına göre hareket etmek durumundalar. Sosyal medyanın en önemli kuralının, telefonu/tableti/bilgisayarı olan herkese (yani neredeyse dünyanın tamamına) ulaşılabilmesinden ötürü “herkese yönelik olmak” olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, başarılı sanatçıların işlerini parlatabileceği kullanım şekillerinin de mevcut olabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Benim bakış açıma göre bu, bir sanatçının eserini insanlara olabilecek en yalın haliyle aktarabilmesi ile mümkün.

Buna ek olarak dünya, yukarıda da değindiğim gibi, sosyal medyanın yaygınlığı dolayısıyla, üzerinde yaşayan insanların daha hareketli ve fark etmeden daha bilgili olduğu, kendilerine daha farklı amaçlar edinebildiği bir yer haline gelmiş durumda. İnsanlar eskiden yaşadıkları yerlere uzak yerleri, televizyonlardan izlerken, artık kendisinden pek bir farkı olmayan sıradan insanların fotoğraf albümlerinden anlık olarak takip ediyor, o insanlarla iletişim kuruyor ve o yerlere gitmenin aslında son derece mümkün ve kolay olduğunu idrak ediyor. Bu, küresel farkındalık bakımından olumlu bir etki elbette ama sanatsal anlamda yaratıcılığı azaltma ve insanları sürü psikolojisi içine sokma riski de taşıyor. Özellikle büyük şehirlerde sizden önce bin kişi tarafından fotoğraflanmamış hemen hiçbir şey bulunmuyor belki de.

Kamer Yılmaz Sizin gibi fotoğrafı odağına almak isteyenlere neler önerirsiniz?
Alper Yeşiltaş Fotoğraf kendine has görsel ve evrensel bir dile kendiliğinden sahip, bu bakımdan fotoğrafçılıkla ilgili daha çok kaynak takip ederek (başlangıçta sadece Instagram bile yeterli olabilir aslında) fotoğrafların size ne anlattığını, sizde hangi hisleri uyandırdığını anlamaya çalışabilirsiniz. Beğendiğiniz tarzların nasıl oluşturulduğunu öğrenmek internet sayesinde hiç olmadığı kadar kolay. Bir fotoğrafın nasıl çekildiğini öğrendikten sonra onu taklit edip aynısını elde etmeye çalışarak kendinizi geliştirebilir, yeteri kadar geliştirdiğinizde de beğenilerinize göre kendi tarzınızı oluşturabilirsiniz.

Bu yazı, ilk olarak Campaign Türkiye’nin 102. sayısında yayımlanmıştır.