artwork

Dijital Baharı’nın ilk kuralı…

12 yıl önce

0

Bilişim teknolojilerinin iletişimi ele geçirmesiyle günümüzde uygulanan hemen hemen bütün sektörlerdeki iş akışının dijitalleşmesi ve değişim sürecinin küçük-büyük yakın-uzak her noktada etkili olması sonucu video prodüksiyon işleri de eskiye oranla önemli ölçüde kolaylaştı. Sadece post prodüksiyon aşamasında değil, artık bir video çekim işi için mekan bakarken bile işin sorumlusu gezmekte olduğu yeri anında, kolayca, elinde tuttuğu akıllı telefonundaki otomatik yazılımlarla, 360 derece fotoğraf halinde amirine gönderebiliyor, üstelik mekanın harita koordinatlarını bile fotoğrafa ekleyebiliyor, başka iş arkadaşlarıyla paylaşabiliyor.

Yaşamakta olduğumuz dijital devrimin en büyük etkilerinden birisi de, iş akışını kolaylaştırmasının yanı sıra, alışmış olduğumuz mecraları hızla mutasyona uğratması, iletişim yöntemlerini değiştirerek sosyal medya gibi yeni mecralar doğurması. Bu değişimin o kadar içindeyiz ve direkt temas halindeyiz ki, uyum sağlamaya çalışırken alışkanlıklarımızdan vazgeçemiyor, halen yanımızda hem iPad’lerimizi hem de Moleskine not defterlerimizi taşıyoruz. Düşünce hızında ilerlemenin çağı gelip geçerken hâlâ bu süreçleri yavaşlatıyoruz, araya kağıt kalem sokuyoruz. Aynen bu örnekte olduğu gibi yaratıcı fikirlerin alışık olmadığımız birçok parametre ile çeşitlendiği sektörümüzde eskiden ayırmaya meyilli olunan her kavram bu dinamizm içinde birleştirilmeye mecbur kalıyor.

Bir şeyler ölüyor mu?

Bir yaratıcı reklam fikrinin basılı, dijital, sinema, TVC gibi dallarının yanında “dijital mecralarda da varlık göstermiş olalım” diye sonradan eklemeli işler artık neyse ki geçerliliğini kaybederken, “viral artık öldü, devir internet reklamı devridir” gibi görüşler önem kazanıyor. Ancak burada kaçırılmaması gereken en önemli nokta şu olmalı: Hiçbir şey ölmüyor artık!

Her kavram artık evrilerek kendi dinamik yapısını buluyor, dahası her şey “dinamik” bir yapıya geliyor, geleneksel, durağan, normatif yapımızın “kural koyma hızından” daha hızlı değişiyor. Bu da kaçınılmaz olarak çok değil 3-4 sene önce hayli geçerli olan “Yeni Medya” tanımının eskimesine yol açıyor. Geleneksel olarak konumlanan çizgi üstü ajansları, “New Media” alanında hizmet vermek üzere kurulan dijital ajansları bünyelerine katıyor ya da dünyada örnekleri olan tam iletişim hizmeti verebilen ajanslar ortaya çıkıyor. Yazının başında giriş yaptığım teknolojinin gelişmesiyle, iş akışlarını, yaratıcı fikir çalışmalarının baş döndürücü hızlarda çözülmesi, kaçınılmaz olarak bu yeni evrilmiş ajansların prodüksiyon işlerini de kendi bünyelerine dahil etmesi ile sonuçlanabiliyor.

Dijital hak ettiğini alamıyor

Ancak ülkemizde halen klasik prodüksiyon evleri ile ajans ilişkisinde, özellikle çizgi üstü işlerde dijital işler eskiden çok büyük olan ancak hızlıca küçülen bütçe pastalarından payını ne yazık ki alamıyor. Medya çeşitliliğinde, cebimizdeki akıllı telefonumuzun bile rahatlıkla HD video oynatabildiği zamanları yaşıyoruz ve eskiden olduğu gibi internet işi, o kadar kaliteli olmasına gerek yok diyemiyoruz.

Harcanan emek, kullanılan teknoloji hemen hemen çizgi üstü işlerin prodüksiyon kalitesiyle aynıyken, hatta bazen o kaliteyi geçebilirken bile düşünülen ve gerçekleşen bütçeler o işlerin onda biri olarak kalıyor. Üzerine bir de Flash ya da HTML 5 uyumluluğu, dijital dosya sıkıştırmayı bilmek, interaktif projelerde ihtiyaç duyulan “Loop” gibi tekniklere hakim olmak gibi “know how” geliştirmiş olmak gerekirken!

Bu “know-how” meselesini biraz daha detaylandıralım. Yapılacak videonun yaratıcı kısmına hiç değinmiyorum, ölçümleme ve viral yayılım gibi kalemler ortaya atıldığında prodüksiyonu da bunlara göre şekillendirmeniz gerekiyor.

Bu yakarışları duydunuz mu?

Şimdi sektörden olsa dahi, birçok kişiye yabancı bir dildeymiş gelen yakarışlar sıralayacağım:

Ben bu videoyu bu ışıkta bu lens ile bu kamera ile çekiyorum ama bu sıkıştırıldığında iki f-stop düşecek mi, açılacak mı, yeşilde de çektik o kadar, key’liyoruz ama bakalım programcı bunu hangi formatta isteyecek, alpha akanılını kaybetmeyelim, filmdeki oyuncunun üzerine Facebook’taki kullanıcının adı dinamik olarak dövme yapılacak, track point’ini ayrı dosyada vermek lazım gelir, acaba After Effects ile Flash’ın koordinat eksenleri birbirine uyuyor mu?

Ne gibi sorunlar yaşanıyor?

Bunların hepsi bir şekilde çözülse bile, üzerine yenileri ekleniyor. İnteraktif kurgulu iş yayına çıktıktan sonra performansından memnun kalınmayabiliyor, eskilerin “yayında toplar” deyişini birebir gerçekleştirip yayın esnasında revizyonlar gelmeye başlıyor. Bütçeler yüzünden geçiştiriverilen ses miksajı önemini hissettiriyor ve videodaki konuşmaların patronun MacBook’unda duyulduğu ancak müşterinin HP’sinde duyulmadığı ortaya çıkıyor.

Veya yeni, evrimleşmiş mecranın getirdiği bir güzellik daha, hedef kitlesinin videoyu ortasına gelmeden kapattığı tespit ediliyor, hemen kurgu değişiyor, hatta videonun temsil edildiği sabit imaj daha farklı bir imajla yenileniyor, sıkıştırma algoritmasının  “keyframe” aralığı ile oynanarak videonun zaman çizgisi kullanıcı tarafından “acaba ileride ne var” diye sürüklendiğinde rastgele değil, bizzat belirlenmiş imajlar ile karşılaşıyor.

Bütün bunların ışığında, bu videoyu bir de klasik bir yapım evi üretmişse işte eğlence orada başlıyor. Bütün büyük prodüksiyon şirketleri, ajansların bir süre önce düşeyazdığı hataya gayet düşerek, dijitalde de hizmet verelim diyorlar ve ne yazık bir çoğu bu know-how eksikliğinin kurbanı oluyorlar.

Bir de üzerine bütçelerin yetersizliği eklenince ortada bir sürü başarısız dijital iş dolanıyor.

Ne yapılmalı?

Yazının başlığında esinlendiğim Arap Baharı gibi, iyi amaçlar için kendiliğinden başlayan, ancak hiç de iyi olmayan sonuçlara katlandığımız bu günlerde bu geçişi yumuşatmak için benimsenmesi gereken ilkeler olmalı. Bu ilkeler hem yaratıcı hem de üretici tarafta iş ayrımı gözetilmeden benimsenmeli belki de. Bu ilkelerin en önemlisi de Fight Club’ın ikinci kuralı gibi aynı maddenin tersten okunuşu, yani “kural koymamak” olmalı!

Ne viralin, ne internet reklamının, yayınlandığı mecraların yapısı düşünüldüğünde kesin kuralları olmamalı, mecrası bile bir bardak içine konan su gibi, toplum nereye koymak isterse ona göre şekilleniyor, düşünsenize, kurallar koyarak kontrol altında tutmaya çalışmak kafa karıştırmaktan öteye gidemiyor. Bu karışıklıkta da ortaya müthiş bir kazanılmış know-how eksikliği ortaya çıkıyor.

“Eğitim şart” da olsa, bu know-how’un kazanılması için ajans da olsa yapım evi de olsa pratik, çözüm odaklı, dinamik şirketlerin artık bütçe pastalarından daha çok pay alması gerekli. Burada en büyük sorumluluk da dolaylı olarak markaların elinde, dijital mecralara ayırdığı bütçeyi mass media ile karşılaştırmalı ve aradaki farktan yapım kalitesine harcamaya ikna olmalı, yoksa minik bütçelere harikalar yaratma devri de geçti geçiyor.

Yoksa yaratıcı işler bardak ile tüketilirken iş kalitesi aşağıdaki popüler resimde gösterildiği ilişkideki pipet düzeyinde kalacaktır.

 

Gürhan Demirel
Kaporta Film Kurucu Ortağı

[arrowlist]

  • Bu yazı Campaign Türkiye’nin Mart sayısında yayınlanmıştır.

[/arrowlist]

————————————————–

Gürhan Demirel kimdir?

Gürhan Demirel, 1979 Antalya doğumlu. Tasarım okuyabilmek için 1999’da bıraktığı Ankara Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı’ndan sonra 2001’de Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi İletişim ve Medya Tasarımı Bölümü’ne girdi, henüz öğrenciyken Türkiye’nin önde gelen dijital ajanslarında tasarım, ekip yönetimi, kreatif direktörlük ve video prodüksiyon alanlarında çalıştı, yurtdışında bir kaç dijital girişim için tasarım hizmetleri verdi. Okulundan mezun olduktan sonra dijital ajans deneyimine bir ara vererek 2 yıl video post prodüksiyon alanında çalıştı. 2010’da ise bu iki dünyayı birleştirmeye karar vererek prodüktör ortağı ile Kaportafilm’i kurdu ve dijital video prodüksiyon alanında çalışmalarını sürdürdü. Ayrıca sektördeki deneyimlerini Yıldız Teknik Üniversitesi’nde video dersleri vererek paylaşmaktadır.