artwork

Demet İkiler: “Ezberlerin bozulduğu bir yıl oldu”

3 yıl önce

0

WPP Türkiye Ülke Başkanı ve GroupM EMEA CEO’su Demet İkiler 2020’de aldığı yeni sorumlulukları ve hemen ardından yaşanan sağlık krizini değerlendirirken; 2021 ile ilgili yeni planlarını anlattı.

2020’nin bıraktığı izleri uzun bir süre daha taşımaya devam edeceğiz. Eski sistemlerin yıkıldığı, yeni dönüşümlerin ve değişimlerin başladığı bir süreç yaşadık, üstelik bu süreç henüz bitmiş de değil. Pandemiyle beraber uzun vadelere yaydığımız planlar hızlandırılmış bir şekilde hayatımızın içine girerken bir daha eskiye dönemeyeceğimiz gerçeğini kabullenmeye başladık. Değişim ve dönüşüme liderlik etme konusunda endüstrinin önde gelen isimlerinden biriyle Demet İkiler ile yeni düzenin imkânlarıyla bir araya geldik. 2020’nin Mart ayında GroupM’de Avrupa, Ortadoğu ve Afrika (EMEA) bölgesindeki 27 ülkenin başına getirilmesini, hemen ardından ortaya çıkan sağlık krizini, iş dünyasında ve reklam endüstrisinde bıraktığı izleri, Amerika’da başlayan BlackLivesMatter hareketiyle beraber WPP’nin çeşitlilik ve kapsayıcılık konusundaki aksiyonlarını ve 2021’i konuştuk.

Campaign Türkiye GroupM EMEA CEO’luğu görevine getirilmenizle beraber neler oldu? Bu süreci bizim için özetleyebilir misiniz?
Demet İkiler 20 senedir WPP grubunda çalışıyorum, ondan önce de 8 yıl Güzel Sanatlar’da yaşanmış bir iş deneyimi var. Aslında böylelikle Türkiye’nin de son 28 yılına şahitlik eden görevlerin içinde bulunduğumu söyleyebilirim.

Türkiye için hep “roller coaster” benzetmesi yapıyoruz; Türkiye’nin inişleri, çıkışları… Fakat aynı zamanda bu sayede oluşan Türkiye’de- ki deneyim, olağanüstü bir şekilde kıymetli ve anlamlı. Üstelik şu an dünya çapında yaşadığımız kriz, Türkiye deneyiminin ne kadar önemli olduğunu bizlere yeniden gösterdi. Daha önceki röportajlarımızda da hep bahsettiğimiz bir şey vardı: Esneklik, bir kapı kapanırsa yeninin açılabileceği, hazırlıklı olmak; A planı, B planı, C planı derken bütün olasılıkları göz önüne alarak geleceği orta ve uzun vadede planlayabilme yetisi… Planların hiçbirinin tutmadığı noktada, başka bir planı devreye sokabilme içgüdüsü. Ve bütün bunları yaparken o dayanıklılık dediğimiz, ayakta kalma motivasyonunu kaybetmeden bugünü, yarını ve geleceği yaşayabilme ve geleceğe tutunabilme duygusu… Bunların hepsi aslında Türkiye’deki iş hayatının bizlere kazandırdıkları.

20 seneden sonra, çok içime sinen bir karar verdim. Hem tüm ailemden hem de profesyonel olarak en yakın iş arkadaşlarımdan çok ciddi destek de gördüm. Ama bu kararın beni götüreceği noktanın, böyle bir pandemi sürecine denk geleceğini asla öngörememiştim.
1 Mart günü yeni görevim anons edildi. Bir miktar tatlı bir zafer sarhoşluğu yaşandı. Kalbimi pır pır çarptıran düşünceler geçerken: “Tamam, artık 20 senelik konforsuz konfor alanından çıkıyorsun. Bu kararı da verdin. Üstelik de hayatında yaş olarak da önemli bir döne- min hemen arefesindesin. (Haziran ayında 50 yaşımı doldurdum çünkü.) Hadi bakalım, ikinci yarıya hazır mısın?”

8 Mart’tan sonra pandeminin bizleri ürkütmeye başlamsı, 15 Mart’ta bizlerin uzaktan çalışmaya davet edilmesi, 16 Mart günü uyanıp iş diye evlerimizden ekran başına geçiyor oluşumuz ve benim görevime başladığım dönem, birbiriyle çakışmış oldu.
Peki ne oldu?
Görev, aslında bir misyon göreviydi. Yani bölgede, Christian Juhl ile birlikte GroupM’in yeni stratejik dönüşümünün sağlanmasına li- derlik edecektim. 40’a yakın pazardan oluşan, kendi içinde kıvrımları olan, kendi içindeki çeşitliliği fazlasıyla zengin olan bir bölge için çalışacaktık. Misyon; bu büyük yapıyı global strateji doğrultusunda hizalamak, gereken değişiklikleri yapmak ve büyütmekti.

Fakat 16 Mart günü işler değişti: Görev, insanlarımızın sağlıklı, iyi ve sürdürülebilir noktada olduklarından emin olmak görevine dönüştü. Haliyle ilk 1-1,5 ay boyunca insanlarımız iyi mi; onların sağlığından, güvenliğinden, psikolojik sağlıklarından tabii ki biz sorumluyuz ve bu anlamda onlara nasıl destek olabiliriz diye geçti.

Ardından da odağımız şuna dönüştü: Müşterilerin yanlarında bu süreçte nasıl daha fazla olabiliriz? Müşterilerimiz için neyi daha çok yaparak ihtiyaçlarını karşılayabiliriz? Karşılayamadığımız noktalarda, hızlı alınabilecek aksiyonlar neler?

Tabii ki COVID, EMEA’yı farklı dönemlerde farklı ülkeler üzerinden vurdu. Yani biz ilk defa İtalya, İspanya, Belçika, Almanya gibi büyük pazarların vurulmasını deneyimledik. Oralardan edindiğimiz çok önemli tecrübelerimiz oldu. Yani nereden baksanız ilk 1-1,5 ay ciddi bir kriz yönetimi içindeydik. Bu kriz yönetimi içinde finansal kriz yönetimi de vardı. Çünkü; Mart ayındaki ilk öngörü gelir anlamındaki kayıpların %15 civarında olacağıydı. %15, böyle bir organizasyon için büyük bir rakam. %15’in, eğer krizi yönetmekle ilgili herhangi bir aksiyon almazsanız, kâra tercümesi %15’ten çok daha fazla oluyor.

Dolayısıyla maliyetler anlamında tabii ki COVID’in getirdiği birtakım kolaylıklar oldu. Maliyet yönetiminde çok önemli bir kalem olan seyahat maliyetleri, temsil ağırlama maliyetleri hayatımızdan çıktı. Zaten hem fiziksel olarak bunları yapamaz haldeydik, hem de önceliklendireceğimiz maliyetler arasında olmadığını hepimiz kabul ettik. Peki başka ne yapabilirdik?

Bizim bu dönemi atlatabilmemize destek olacak, bizi sürdürülebilir kılacak aksiyonlar nelerdi? İşimize, içinde bulunduğumuz yapıya bu şekilde bakmayı öğrendik.

Aslında Türkiye’den geldiğiniz zaman olaylara bu şekilde bakmak çok daha kolay oluyor. Sizlerin de Campaign okuyucularının da bildiği gibi böyle bakmayı çok çabuk sahiplenen, bu duruma çok çabuk adapte olabilecek bir ülkenin, bir sektörün insanlarıyız. Daha gelişmiş Batı Avrupa ülkeleri ya da gelişme dinamizminin çok daha yoğun olduğu bölgelerde, bu kaslar zaman zaman görüyorsunuz ki hafif bir direnç, sonra anlamaya çalışma, ondan sonra sahiplenme ve sahiplendikten sonra aksiyona geçme eğilimi gösteriyorlar. Oysa biz, birdenbire aksiyona sıçrayabiliyoruz. Bu noktadaki pragmatizm ve esneklik bizim için çok kıymetli. Ayakta kalmayı biz çok daha çabuk öğrenmişiz. 1,5-2 aylık bu kriz yönetiminde de insanlarımızı ve müşterilerimizi önceliklendirdik. Hem GroupM hem WPP, Türkiye’de uzaktan çalışma sürecini çok güzel bir şekilde yönetti. Kendimizle de bu anlamda gurur duyuyorum.
İnsanı ön plana koyduk. Yani; önceliğimiz insanların güvenliği, müşterilerimizin ihtiyaçlarının eksiksiz ve kesintisiz karşılanabiliyor olması oldu. Gerisi hep bunlardan sonra geldi. Bütün bunlar oluyorken global resimden ve stratejiden de vazgeçmedik. GroupM’in ve WPP’nin global stratejisinde ortak payda da gördüğüm şey: Daha az ama daha güçlü, daha basit ama daha sürdürülebilir, daha entegre ama daha etkin…

Hem GroupM’in hem WPP’nin aldığı aksiyonları bu akslarda düşünebiliriz. WPP bu aksiyonlara da iki sene önce, Mark Read’in CEO’luğuyla birlikte başlamıştı. Mark dedi ki; “Biz müşterilerimiz adına erişilebilirliği daha kolay hale getirebileceğimiz bir şekle dönüşeceğiz.”
Özellikle COVID’le birlikte işimizin, sektörümüzün üzerindeki finansal baskı ve gittikçe dijitalleşmeye başlamamız, hem Mark’ın bu stratejisini desteklemiş oldu, hem de onun ne kadar öngörülü olduğu gerçeğini ortaya koydu.

Teknolojinin kullanımı, dijitalleşme ve e-ticaret ile birlikte bu bütünsel dönüşümün, finansal anlamda son derece baskılı bir ortamda hayata geçmesinin gerekliliği; WPP’nin bu akslarıyla harekete geç- mesinin de gerekliliğini göstermiş oldu.

GroupM, WPP içinde çok büyük bir omurga. WPP’nin kârının ve gelirinin çok büyük bir kısmını GroupM yaratıyor ve müşteri portföyü olarak da baktığımızda WPP içinde en geniş müşteri portföyüne sahip olan yapı. GroupM’in WPP’nin bu stratejisine paralel olarak kendi yapısındaki karmaşıklığı basitleştirmesi, elbette dün olduğun- dan çok daha anlamlı bir hale gelmiş oluyor.

İlk 1,5-2 aylık kriz yönetiminin ardından iş yapma biçimlerinin sadeleştiği, işin içine teknolojinin, AI’nin girerek iş yapmanın kolaylaştığı; insan emeğinden biraz daha otomasyon bazlı hale getirilerek hızı, etkinliği ve verimliliği artan bir yapı için ana adımların da atılmaya başlandığı bir yıl oldu.

Tabii 50 yaşından ve 20 senelik tecrübeden sonra şunu söyleyebiliyorsunuz; “benim yöneticilik tarzım.” Eskiden bunu söylerken biraz daha utanarak dile getiriyordum. Benim yöneticilik tarzım, birazcık daha değişim dönüşüm odaklı. Benim için de açıkçası, keyifli dönem burada başladı. Bu tip süreçlerde kendimi biraz daha etkin hissedebiliyorum. Birlikte çalıştığım insanları peşimden sürükleyebilmek, bir gücü ortaya koymak ve onların bu olayın bir parçası olmalarını sağlamak, birlikte yürürken onları motive etmek benim yöneticilik becerilerimin içinde. Bunlar da beni oldukça mutlu ediyor.

Şimdi bu misyonun startını verdik. GroupM’de beni en çok heyecanlandıranlardan biri: 40’a yakın pazarla birlikte bu transformasyon sürecini planlıyor olmamız.

Her şerde bir hayır var. Elbette ezberler bozuldu ve hiçbir şey, bir daha eskisi gibi olmayacak. Bizim dönüşümümüzde de bozulmuş ez- berlerin bize öğrettiği pek çok şey oldu. Gerek kafa yapımızda, gerek duygusal ortamımızda, gerek profesyonel alışkanlıklarımızda birtakım kanıksanmış ama bugünün dünyasında çok da anlamı olmayan, bizi olmak istediğimiz yere götürmede herhangi bir faydası olmayan, kimi zaman da engel teşkil edebilecek algılardan kurtuluyoruz. Bu büyük dönüşümü belki daha hızlı ve daha gönülden yapabilmek adına, pan- demi yaşamış olmanın getirdiği bir avantaj gibi de görebiliriz.

“GroupM Türkiye’yi tamamen GroupM Türkiye yönetimine bıraktım. Net bir şekilde, güvenerek teslim ettim ve bu 10 aylık süredeki GroupM Türkiye’ye desteğim, EMEA’daki herhangi bir ülke yönetimine olan destekten öteye geçmedi.”

GroupM Türkiye’yi tamamen bıraktım”

Campaign Türkiye Geçen yılın başında aldığınız sorumluluklarla beraber Türkiyedeki ekipte de değişiklikler oldu. Yönetimler değişti, görevler bırakıldı, yenileri alındı. Bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demet İkiler Mindshare’dan GroupM’e geçerken demişlerdi ki “Demet ve Mindshare o kadar birlikte anılıyor ki, adeta DNA’nın içinde bir yerlerdesin, Mindshare’ı bırakamazsın.” Belki hakikaten hâlâ bırakamamışımdır, o benim bebeğim. Ama Mindshare’ı yönetsel olarak Özer’e arkasından Bülent’e severek, isteyerek, güvenerek bırakmıştım.

Sonra WPP ile GroupM’i birlikte sahiplenebilmek ve GroupM’deki işlerimi delege edebilme noktasında daha net bir ayrılış oldu. WPP Türkiye görevimi bırakmadım, bu bana Türkiye’den kopmamak, müşterilerimden kopmamak adına büyük bir köprü oluyor. Ama GroupM Türkiye’yi bırakıp bırakmamam konusu herkeste bir soru işaretiydi.

GroupM Türkiye’yi tamamen GroupM Türkiye yönetimine bıraktım. Net bir şekilde, güvenerek teslim ettim ve bu 10 aylık süredeki GroupM Türkiye’ye desteğim, EMEA’daki herhangi bir ülke yönetimine olan destekten öteye geçmedi. Bu, aslında oradaki arkadaşlarıma hem bir kredidir hem de aslında tamamen bizlerin görev odaklılığıyla ilgili bir şey.

Herkes yeni görevini aldı ve hızlıca adapte oldu. GroupM Türkiye’yi yönetime emanet ettim. Herkesle de son derece gurur duyuyorum.

WPP Türkiye’deki işim bitmedi. Bir de bazı müşterilerim var, part- nerlerimiz var. Hâlâ Ingage’in yönetim kurulundayım. Bugün bazı müşterilerle ilişkilerim devam ediyor.

Campaign Türkiye Türkiye’den globale bir transfer olduğu zaman arkasından yeni ekiplerin tranasferleri de söz konusu olur. Bu tip haberler gelebilir mi?
Demet İkiler Benimle birlikte Hande geldi. O da EMEA’da görev almaya başladı. Şunu gördük: Türkiye’deki deneyim bu anlamda çok kıymetli. Türkiye’deki belli kaynaklara bizim bölgenin erişimini artırmak yönünde planlarımız var. Arkadaşlarımızın belli ortamlarda sunumlar yapmasını, fikirlerinin projelerinin global uzmanlar tarafından dinlenmesini sağladık. Biraz daha lokasyon bağımsız düşünmeye başladığımız için ülkenin içindeki insan kaynağının veya teknolojinin veya ürünün daha geniş çapta kullanılmasına odaklanıyoruz. Türkiye’nin uzmanlıkları daha geniş çaplı kullanılabilir mi diye araştırıyoruz, şu andaki vizyonumuz bu yönde.

Campaign Türkiye Birleşmeleri sorarsak…
Demet İkiler Stratejik olarak büyük bir birleşmeyi WPP’de global anlamda görmüyoruz, GroupM’de de yok ama farklı pazarlarda farklı birleşmeler söz konusu olabilir. Kıymetli markaların kıymetini, iş yapış biçimini zedelemden o markaları daha sağlam ve sürdürülebilir hale getirmek, finanasal olarak daha iyi destekleyebilmek için bazı yapıların daha entegre hale getirilmesi söz konusu olabilir. Tekil yapıyken bir şirket gibi algılandığında, doğru bir şekilde destekleyemeyeceğiniz yapıların arka planlarını, paylaşım alanlarını ortak hale getirebilirsiniz.

Yani GroupM’in medya için yaptığını daha kreatif dünyada yapar hale gelmek, bunun farklı pazarlarda farklı tezahürlerini görebiliyor olmak söz konusu.

Global resimde bir tane GroupM, bir tane VMLY&R , bir tane AKQA, bir tane Wunderman Thompson ve bir tane Ogilvy var. Bunların dışında public affairs & public relations’da BCW, HILL+KNOWLTON STRATEGIES ve Ogilvy’nin içinde bir PR yapısı var. Ve WPP’nin çok önemle altını çizdiği bir diğer yapı da Hogarth.

Hogarth sadece WPP’nin bir prodüksiyon paltformu değil, tekno- lojik hizmetler bütünü olarak konumlandırılıyor. Ve gelecekte Hogarth’ın da faaliyet alanı hem büyüyor hem de desteği artıyor olacak. Geometry ve VMLY&R birleşmesine bakarsak; ticaret artık bu kreatif network’lerin kendi içerisinde vermesi gereken hizmetlerin ana alanlarından bir tanesi olduğu için ayrı bir şirket üzerinden commerce uzmanlığının müşteriye sunulmasına gerek duyulmayacağı varsayımı üzerinden çıkarak bu karar veriliyor.

Çok daha kapsayıcı olmalıyız”

Campaign Türkiye Daha önceki röportajlarımızda ve şimdi de hep üstünde durduğunuz bir yetkinlik var: Esneklik… Özellikle kriz dönemlerinde Türkiye’nin esnekliği ve çabuk adapte olabilmesini vurguluyorsunuz. Yine de sizce bu krizde neler olsaydı daha iyi olurdu? Hangi eksiklikler olduğunu gözlemlediniz?
Demet İkiler Belki uzun vadede eksiklikleri ya da “neleri daha iyi yapsaydık” kısmını gözlemlemek daha sağlıklı olacak. Ama şunu söyleyebilirim:
Reklemveren dünyası çok hızlı adapte oldu; bu hem Türkiye hem de diğer tüm pazarlar için geçerli. Özellikle e-ticaret konusunda Çin’e baktığınız zaman, Çin’den öğrenecek çok şey var. Onlara hayranlıkla bakarken, Türkiye’deki reklamverenlerin dijitalleşme süreçlerinde ve işlerini e-ticarete taşıma anlamındaki adaptasyonlarında çok hızlı ve önemli bir yol katedildiğine şahit olduk.

Bütün bunları yaparken ne kadar farkındayız bilemiyorum ama yerli üreticilerin desteklenmesi, KOBİ’lerin, aile şirketlerinin burada ticaret hayatının doğrudan parçası haline gelmesi gibi önemli deği- şimler de aynı anda yaşanıyor. Fakat bütün bunlar olurken bunların içine giremeyen buralarda sunduğu hizmeti ya da ürünü anlamlı bir şekilde konumlandıramayan üreticilerin gördüğü zarar da var. Belki bu işi biraz daha organize olarak yapabilirdik. Önümüzdeki dönemde; başaranlar – başaramayanlar, gidenler – kalanlar gibi bir ayırımlar- la yüzleşeceğiz büyük ihtimal. Sanıyorum, buralarda aceleden, önceliklendirmeleri ya da desteği verememiş olabiliriz. Bunları “yapamadık” demiyorum, ama herhalde 2-3 sene sonra geriye dönüp baktığımızda “daha organize bir şekilde yapabilirdik” diyeceğimizi düşünüyorum.

Tabii ki belli iş kolları şu anki konjonktürde icra edilemiyor. Buralarda bir dönüşüm gerekiyor; buralardaki kaynakların yeniden iş hayatına ve topluma kazandırılabilmesi için bir miktar hızlandırılmış eğitimler olmalı..

Kapsayıcılık çeşitlilik konusunda da neyi, ne kadar yapabildiğimizden emin değilim. Şu anda birazcık daha hayat kurtarmaya odaklı baktığımızdan bu tip misyonlarımızı bence geciktiriyoruz.

Kapsayıcılık, çeşitlilik dediğimiz zaman; iş dünyası içinde yeterince temsil edilemeyen background’lardaki kişilerin iş hayatına katıl- ması konusunun biraz daha önceliklendirilmesi gerekiyor. Buradaki uçurumu da daha fazla büyütmememiz lazım. Çünkü yeni işe alımları; oryantasyon sürecinin dijital ortamda yapılamayacağını öngördüğümüz için pek çok işe alımı hem bu nedenle hem de gelecek kaygıları nedeniyle durdurmuş durumdayız. Buralarda genç, yeni mezun ve özellikle de büyük şehirlerin dışından, farklı üniversitelerden gelip iş hayatının içerisinde şansını deneyebilecekken, bu şanslara erişemeyen arkadaşlarımızla aramızdaki mesafenin açıldığını hissediyorum.

Bu konu biraz daha önceliklendirilmeli ve çok daha kapsayıcı olmalıyız. Bu da “olmamız gerekiyor” demekle bitmiyor. Mutlaka plan, program ve taahhüt içinde olmamız gerekiyor anlamına geliyor.

“20 senelik konforsuz konfor alanından çıkıyorsun. Bu kararı da verdin. Üstelik de hayatında yaş olarak da önemli bir dönemin hemen arefesindesin. Hadi bakalım, ikinci yarıya hazır mısın?”

Campaign Türkiye Kapsayıcılık demişken, WPP’nin kapsayıcılık, çok seslilik ve ırkçılık karşıtlığı alanında hayata geçirdiği Kapsayıcılık Konseyi’nin üyeliğine getirildiniz. Üstelik bu yıl bu konuda dünyada ciddi krizler yaşandı. İlk yılınızı nasıl değerlendirirsiniz?
Demet İkiler Aslında benim için kapsayıcılık ve çeşitlilik konuları öncelikle “kadın” ile başladı. Ardından İşte Eşitlik Platformu’na GroupM olarak imza atmamız, taahhüt vermemiz ve bununla başlayan bir öğrenme süreci… Öğrenme, taahhüt, gerçekleştirme, yenisini öğrenme…

Bu şapkayı bir defa taktığınız zaman artık hayatınız bir daha hiçbir şekilde aynı olmuyor. Öncelikle kadınla çıktığımız bu yolculukta, daha sonra United Nations Global Compact’ın imzacısı olduk ve Mustafa Seçkin ile birlikte çeşitlilik ve kapsayıcılık eş başkanı olduk. Kapsayacağımız konular; yeterince temsil edilmeyenleri veya yeterince temsil etmeye gücü olmayanlar ve o insanların katılım ve temsillerinin artırılması. Bunun içinde engellilerimiz de var, LGBTQ+ kişilerimiz de var, mülteciler de var, inançları ve etnik kimlikleri nedeniyle iş dünyasında yerini bulamamış insanların desteklenmesi ve şu anki yetkinlikleriyle güncel olarak sektörlerde iş bulamayan insanların desteklenmesi de var.

Bunlarla ilgili benim bilgim, farkındalığım iyi diye düşünüyordum. Ta ki dünyadaki daha büyük problemlerle haziran ayında yüzleşene kadar… George Floyd’un öldürülmesiyle birlikte büyük bir hareket başladı. Ve ben zaten çoktan bilmem gerektiğini düşündüğüm bir şeyi yeterince bilmediğimle yüzleştim. Bildiğimiz tek şey Amerika’daki ırkçılık ve Amerika’daki anti-ırkçılıktı. Oysa diğer ülkelerdeki, özellikle de İngiltere’deki insanların maruz kaldığı daha pasif ırkçılıkla ilgili benim hiçbir fikrim yoktu.

Öncelikle GroupM EMEA bölgesinde “Bridge” adını verdiğimiz bir insiyatif başlattık. Bu aslında şunu söylüyor: “Irkçı değilim” demek yetmez, ırkçılık karşıtı olmalısın. Bu, aslında tıpkı “ben kadın ve erkeğe eşit davranıyorum” denildiğinde, farkında olmadan erkeği kayırmaya benziyor. Ben ırkçı değilim, herkese eşit şartlar sunarım” dediğinizde azınlıkta kalmış, yeterince temsil edilmemiş yapılara aslında haksızlık etmiş oluyorsunuz.

Benim için şu çok enteresandı: “Black Lives Matter değil de All Lives Matter diyelim” dendiğinde buna karşı büyük bir reaksiyon oldu network’ün içinde. Nedenini anlamaya çalıştığımda, mentorum (Bridge’in bana sağladığı en önemli katkılardan biri de bir mentor’la bu konuda çalışmak oldu) “beni önceliklendirmediğin zaman, yarışa o kadar geriden başlıyorum ki beni herkesle eşit tuttuğunda aslında geride tutmaya devam ediyorsun” dedi. Kendisi bana Neden beyaz insanlarla ırkçılık hakkında konuşmuyorum? gibi kitaplar verdi.
Irkçılıkla ilgili zorlu konuşmaların nasıl üstesinden gelebilirim, nasıl konuşabilirim, hangi terminolojileri kullanabilirim gibi sorularına cevap bulabileceğim çok enteresan eğitimler alma fırsatım oldu.
Bütün bu öğrenme sürecimde, kendime başka soruları da sormayı öğrendim. Ve şunu öğrendim; bilmediğimi bilmiyorum. Bilmediğimi öğrenmek istediğim sürece bir problem yok. Hep öğrenecek bir şeyler var.

COVID de bizi çok çok derinden sarsarak empatinin önemini hatırlattı. Onların tarafından baktığınız zaman veya okuyup öğrendiğiniz zaman onların ne hissettiğini anladığınız zaman bu konuda bir şey yapmaya karar veriyorsunuz.

WPP de 12 maddelik büyük bir taahhüt dökümanının altına imza attı. Biz de WPP yönetimine onlara bu taahhütleri hayata geçirirken neler yapılabileceği ile ilgili danışmanlık yapıyoruz. Çünkü WPP önümüzdeki 3 yıl boyunca 30 milyon dolarlık bir yatırım yapacağını taahhüt etti. Peki hangi projelerle bu yatırımı yapabiliriz?

Örneğin; Güney Afrika’da üniversiteye gitme hakkı olmayan insanlar, üniversite eğitimi alamadıkları için mesleklerinde bir noktaya kadar gelebiliyorlar. Halbuki yerlerinde saymak için henüz çok verimliler. Bu insanları, mesleklerinde ilerleyebilecekleri hale getirebiliriz ve üniversite diploması yerine geçebilecek hızlandırılmış eğitimler verebiliriz belki. Bu insanları önceliklendirmediğiniz müddetçe “ben ırkçı değilim, kapılarımı herkese açıyorum” demek yeterli olmuyor. Ben, ırkçılık karşıtıyım. Onların gördüğü zararları tazmin etmeye, onların yaralarını sarmaya, onlara fırsat vermeye yönelik taahhütler içerisindeyim. Ve bunları öğrendiğim için çok mutluyum.

Campaign Türkiye Bu yıl da dünyanın 100 kadın kahramanından biri seçildiniz. The Heroes Top 100 Role Model Women Executives 2020 listesinde siz de yer aldınız. Bu başarı için neler söylemek istersiniz?
Demet İkiler Ben aslında bu başarının bana ait olduğunu düşünmüyorum. Geçen yıl da böyle düşünüyordum, yeniden seçilirsem yine aynısını söylerim. Çünkü bu, bir yolculuk ve bu yolculukta kendi müttefiklerinizle beraber yürüyorsunuz. Aslında yaptığınız şeylerle o müttefik çemberini büyütmeye çalışıyorsunuz. Dokunduğunuz, gerçekleştirdiğiniz durumlar sayesinde size böyle bir paye veriliyor. Bu, tamamen birlikte yürüdüğüm insanlarla başardığım bir şey. Tek başıma herhangi bir başarıyı üstlendiğimi hayatımın hiçbir döneminde düşünmedim. Ama burada bu şekilde anılmayı şu açıdan faydalı buluyorum: Rol model olarak ilham verebiliyorsunuz, siz hikayenizi anlatabildikçe o etki alanınızı genişletebiliyorsunuz. Bridge insiyatifi ile birlikte benim gibi yöneticiler mentorluk alıyorlar. Benim mentorum benden on küsür yaş genç, Londra’da ticari müdür olarak çalışan Brenda Hudson diye bir kadın.

Brenda, çocukken, darbede babası ölüyor ve Uganda’dan kaçarak çok zor şartlarda İngiltere’ye geliyor. Onun hikayesini öğrenmek, onun mücadelesini, onun bakış açısını biliyor olmanın bana kattığı zenginlik bambaşka. Ve bu sene benim de aday gösterme şansım oldu, ben de Breda’yı aday gösterdim, Brenda bu listeye girdi.

Benim için önemli olan kazanıyor olmak değil, ama bu paye sayesinde Brenda hak ettiği yeri bulabiliyora, onun hayatına ben dokunabildiysem, o başka kadınlara ilham olabilecekse bence en kıymetli şey bu.

İş hayatında kalıcı değişimler yaşadık”

Campaign Türkiye 2020 sadece Türkiye için değil, tüm dünya için son derece sıkıntılı bir yıldı. Pandemiyle beraber çalışma kültüründe, müşterilere yaklaşımda ve yaratıcılık konularında ne gibi değişiklikler oldu?
Demet İkiler Çalışma kültürüyle ilgili bir tane, cevabını kimsenin bil- mediği bir soru var: Daha mı etkiniz, daha mı az etkin olduk?
Pek çok konuda daha etkin olduğumuz konular oldu. Daha konsantre çalışıyoruz, zaman kaybımızı bir miktar azalttık. Bu anlamda karşılıklılık prensibine daha kıymet verir olduk. Yani; birbirimizin zamanlarına, önceliklerine daha saygı duyduk. Birbirimizin nasıl olduğunu daha çok merak eder olduk, hem fiziksel, hem ruhsal olarak… Bütün bunları hem çalışma arkadaşlarımızla hem de müşterilerimizle çok daha somut bir şekilde konuşur olduk. Bu anlamda çalışma kültürünün insani tarafında, her ne kadar ekranlar arkasında kalmış da olsak, ciddi bir iyileşme olduğunu görüyorum. Fiziksel olarak beraber olamamanın zorlukları da oldu. Doğal akışında konuşulabilecek konuların gündeme gelmemesi veya bunlar için ayrı toplantıların düzenlenmesi gerekti.

Fiziksel olarak bir araya gelememenin taraflarda yarattığı beklenti ve bu beklentiye karşılık verememezlik duyguları bir miktar yaşandı. İş hayatı kültüründe biraz daha iş odaklı ve çözüm odaklı olabilmek ve var olan bu değişmiş zor koşullara rağmen neticeye ulaşmak ve gerekeni masaya koymak noktasında olağanüstü bir kararlılık ve azim vardı. Şu anda kendi grubumuzda çalışan her bir insana ne kadar teşekkür etsek az. Çünkü öyle veya böyle yaşanılan şey çok zordu. Her şeyden önce ezberler bozuldu. Ne kadar buna adapte olmaya alışık bir yapıdan ve tecrübeden geliyor olursak olalım, günün sonunda biz %15 bir küçülme beklerken dijital medyadaki artış, müşterilerimizin bu dönüşümde doğru bir şekilde desteklenmesi, birlikte mücadelenin hayata geçiriliyor olması çok önemliydi.

İş hayatında kalıcı değişimler de var. Evet, bir gün ofislerimize döneceğiz, ama beş gün mü çalışacağız? Döndüğümüz zaman ofisten beklentilerimiz nasıl olacak? İş ortamını bizler ve ekiplerimizi daha çekici hale getirecek bir şekilde mi dizayn edeceğiz? Ofisler; insanların ve müşterilerin bir araya gelmesini, düşünmesini, üretmesini sağlayacak ilgi merkezlerine mi dönüşecek?

Campaign Türkiye Belki bu süreçte Campus’e geçersiniz…
Demet İkiler Campus’e geçeceğiz. Campus belki düşündüğümüz kadar büyük bir yapı olmayacak ama Campus, bizlerin ve müşterilerimizin birlikte düşünmek, üretmek için bizi bir araya geleceği inovatif ortak bir lokasyon olacak. Belki bu, düşündüğümüz gibi sıra sıra masalar, odalar şeklinde olmayacak da bizlere gelmek için neden verecek, motive edecek fiziksel bir ortam olacak.

İş hayatında da evrildiğimiz düzenin bu olacağına inanıyorum. Ama bu uydu ofisler şeklinde mi olur bilemiyorum, bütün bunları zaman içinde göreceğiz. Ama şunu düşünüyorum; artık işe gitmemiz için bize motivasyon verecek mekanlara ihtiyacımız var; çünkü bir mekana gitmeden iş yapabilmeyi deneyimledik.

“Artık işe gitmemiz için bize motivasyon verecek mekanlara ihtiyacımız var; çünkü bir mekana gitmeden iş yapabilmeyi deneyimledik.”

Campaign Türkiye Önümüzde pek çok kişinin “belirsizlik yılı” olarak adlandırdığı bir yıl var. Bu yeni dönem için stratejileriniz ve planlarınızdan bahsedebilir misiniz?
Demet İkiler WPP’nin 25 şirketi var, global olarak daha fazla şirket birleşmesi yok ama lokal olarak daha farklı yapılara bakmaya devam ediyor olacağız. Bizim için markalarımız, markalarımızın kültürü, iş yapma biçimleri ve know-how’ları çok kıymetli; fakat bu markaların her zaman iş yapma biçimlerini koruyabilmeleri ve müşterilerine hizmet verebilmeleri için bugünki yapılarında kalmaya devam etmeleri gerekmeyecek. Yani yapıların sadeleştirilmesi hâlâ sürecin bir parçası olabilir. Aslında belirsizlik denilse de benim için en belirgin yıllardan biri. Şartlar elbet dalgalanabilir. Ancak hazirandan sonra, aşıyla beraber dünyada bir rahatlama olacağını öngörüyoruz. Artık COVID, bizim için eski belirsizliğini kaybetti. Ve COVID değil de yarın başka bir virüs çıktığında da biz çok daha hazırlıklı olacağız. Belirsiz değil, transformasyonun devam ettiği ve somut aksiyonlarla hayata geçtiği bir yıl olacak.

Belki müşterilerimiz adına tekrardan yeni fırsatlarımız olabilecek, uzun dönem çalıştığımız belli müşterilerimizin işlerini tutmak için tekrardan süreçlerden geçtiğimiz bir yıl olacak hem dünyada hem Türkiye’de. Bütün bunlar da bizim için büyük bir motivasyon kaynağı. Geçen yıl tüm bu yaşananlara rağmen olağanüstü iş kazanımlarımız var; hem GroupM için hem de WPP için. Bu momentumun da devam edeceğini düşüyorum.

Ben 2021’den korkmuyorum, 2020’yi de kötü hatırlayacağımı düşünmüyorum. Öyle bir farkındalıklı bir yıl oldu ki, burada öğrendiklerimizi sarıp sarmalayıp içselleştirirsek, kendi öğrendiklerimizin, birikimimizin içine katıp orada yeşermesini sağlayabilirsek, unutmazsak, bizim için belki de çok çok uzun zamanlarda edineceğimiz deneyimi, öğretiyi hızlandırılmış olarak yaşatan bir yıl oldu.

Bu öğrenimlerin diğer tarafında tabii ki can kayıplarının telafisi yok. Ayrıca doğaya yaptıklarımızla yüzleşmek adına da çok iyi bir fırsattı. Önümüzde hala susuzluk konusu gündemde, yapmaya alışmış olduğumuz şeyleri yapmaktan vazgeçmek için çok önemli bir fırsat. İklim değişikliği ile ilgili içimde kalan bir his var: Yangın çıktı ev yanıyor, çocuklar üst katta uyuyor. Anne baba ne yacaksınız? Şu anki durum bu! Çocukları üst katta uyutmuş anne babayız biz.

Belki bu yıldan sonra hepimiz küçük evrenlerimizde ya da etki alanlarımızda bir şeyleri farklı yapmaya başlamalıyız.

Campaign Türkiye 2020 yılını bir cümleyle özetlemenizi istek ne dersiniz?
Demet İkiler Ezberlerin bozulduğu ve bir daha aynı ezberlere dönülmeyeceğini anladığımız bir farkındalık yılı oldu bizim için.

Demet İkiler pandemiyi nasıl geçirdi?

Ben 50 yaşında konfor alanımdan çıktım diye düşünürken, konfor alanımdan çıkmamla birlikte bir savrulmuş oldum. Tabii savrulduğum yerde tutunmayı öğrenmek benim için çok önemli bir deneyimdi. Öyle bir şey hissediyorum ki; diş macunu tüpten bir kere çıktı. Bundan sonra her şey olabilir. Başka şeyler de yapabilirim.

Bu, benim için son durak mı? Açıkçası iki sene sonra başka bir şey daha yapabilirmişim gibi hissediyorum. Çünkü bir kere savruldum, savrulduğum yerde tutundum. Başka bir yere de gidersem onu da yapabilirim gibi geliyor. O anlamda ekstra bir çeviklik hissediyorum kendimle ilgili. Bir de cesaret hissediyorum.

Her şeyi bilmiyorum, bilmediğim çok şey var ve sürekli öğreniyorum. Bakış açılarımı zenginleştirebilecek pek çok farklı imkânla karşılaşma fırsatı buldum. Ama özde bildiğim şeylerin beni var etmeye yettiğini de gördüm. Yeni görevim için de başta kendimi ifade edebilir miyim, ifade ettiklerim bu kadar farklı topluluklarda anlam bulur mu, demek istediğim anlaşılır mı, değer bulur mu gibi pek çok kaygım oldu; ama beni ben yapan -bunun içinde tutku, duygu, mücadele ve savaşçı oluşum var- özüme tutundum. O zaman daha çok anlam ifade edebildiğimi gördüm. Bundan sonrası için de korkum azaldı.

Pandemide ilk 4 ay deli gibi yemek yaptım, her molada yemek yaptım. Etrafımdaki herkesi besledim. Bu, benim sanıyorum yolculuğum için önemli. Ben, büyük ekiplerle çalışmaya alışkın bir insanım, yanımda dokunabildiğim mesafede birilerinin olmasına, onlarla paylaşmaya alışmış bir insanım. Beni bir eve koyduğunuz zaman da birilerini illa besleyeceğim. Bu defa da gerçekten yemekle besledim.

Biraz kontrol konusunda abartmıştım, azıcık bu konuda geri çekilmeyi öğrendim. Biraz daha insanlara alan vermeye çalıştım. Bir de aile ve iş aynı ortamda bir araya geldiğinde onun ayarını kaçırabilme durumu var. Oralarda bir öğrenim süreci yaşadım. Umarım bende kalıcı olur, herkes adına.

Bir de çok aileci bir insanım. Bir süre anne babayı görememe süreci yaşandı, bu enteresan bir şeydi. Görüşebildiğimiz an itibarıyla yazın uzun bir süre beraber vakit geçirdik. Her an çok kıymetli düşüncesiyle onları ne kadar dahil edebilirsem planlara diye bir çaba içine girdim. Dişi kuş olarak birlikte olabileceğimiz ortamları hazırlamaya çok odaklandım.

Sarp evden ayrıldı, normalde yurt dışında eğitimine devam edecekti ama bu dönemde tabii olamadı. Ve bu arada evden ayrılmaya karar verdi. Ben Kanada’ya gönderirken hissetmediklerimi, burada Ortaköy’de eve taşınırken hisseder oldum; bıraksan peşinden gidecektim.

Çok domestik yaşadım, bu kadar işin gücün dışında küçücük bir hayatın içinde yaşadım. Ama galiba beni de mutlu eden bu. Sarp’ın evine saklama kabı mı alayım, kepçesi mi eksik yoksa gibi detaylarda hayatı geçirdim. Bir de tabii ki hiç üşenmeden haftanın her günü spor yaptım.

 

Bu yazı ilk kez Campaign Türkiye’nin 107. sayısında yayımlandı.