artwork

Bir milletin zihninde yer edinmek…

12 ay önce

0

Üniversitede sosyoloji bölümünde okuduğum zamanlardan aklımda kalan kavramlardan biri “geçiş dönemi”. Daha çok avcı-toplayıcı toplumdan tarım toplumuna, oradan da sanayi toplumuna geçişte ‘arada kalınan’ dönemleri anlatmak için kullanılırdı.

Bunlar sancılı dönemlerdir. İçinde bulunulan coğrafi, tarihi, toplumsal özelliklere göre, medeniyetten medeniyete, ülkeden ülkeye değişiklikler de gösterirler tabii. Değerler ne kadar güçlü; kültür, değişime ne kadar açıksa geçiş döneminin, adına yakışır biçimde geçip gitmesi de yeni döneme uyumlanma da o kadar kolay olur.

Her dönem zaman içinde kendine has, entelektüel, duygusal, maddi-manevi birikimlerini oluşturur. Bu birikim de davranışları, tutumları, alışkanlıkları belirler, yaşam tarzlarını şekillendirir. İlişki ve iletişim biçimlerini, kuralları, yasaları da elbette… Nihayetinde kültürel mirasın etkisiyle biçimlenen zihinsel birikim, soyutlama yeteneğinin de tetikleyiciliğiyle geçiş dönemlerinde kültürel dönüşümler yaşatacak buluşların ortaya çıkarmasına sebep olabilir.

İşte bu buluşlarla birlikte küçük-büyük kültürel devrimler, dönüşümler meydana geliyor; yaşam tarzları, toplumsal ilişkiler, kurumsal yapılar, alışkanlıklar, iş yapış biçimleri etkileniyor ve değişiyor. Bu buluşlar, uzun yıllar insan hayatını pek de fazla dönüştürmeden devam edebildiği gibi hayatımıza kısa aralıklarla birbiri ardına girip kültürel değişimlere de neden olabiliyor. 

Matbaanın tüm hayatı nasıl değiştirmesi ve kalıcı olarak yerleşmesi örneğinin yanında fotoğraf, telefon, telsiz ve telgrafın da içinde bulunduğu 19. yüzyılın en önemli buluşlarının bugün nasıl başkalaştıklarını da hatırlamakta fayda olabilir.

Zamanın ruhuna uyarken köklere tutunmak…

Günümüzde hız ve bilgiye ulaşımın kolaylığı geçiş dönemlerini de allak bullak edebiliyor. Buna “sürekli geçiş döneminde olmak” diyorum. Akışkan bir süreç var artık. Günün koşullarında nefes alabilecek bir kültürel zemin oluşturabilmek ise köklerimize tutunarak olabiliyor biraz da.

Cumhuriyet’in 10. yılındaki kutlama töreninde Mustafa Kemal Atatürk’ün nutkundaki şu cümleler bunu ne güzel anlatıyor:

“Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.

Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.”

Zamanın değişen ruhuna ve koşullarına uygun bir zihniyet değişikliğini, müspet ilimin ışığında, geçmişimizden, değerlerimizden ve özelliklerimizden aldığımız güçle sağlayabileceğimizi işaret ediyor.

Zihniyet değişikliği oluşturmak için hangi mesajların verildiğini de yine 10. yıl nutkundaki şu sözlerde görmek mümkün:

“Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.”

Cumhuriyet’imizin 100. yılı sebebiyle, “Atatürk ve İletişim” konusuna bundan sonraki yazılarıma bir iletişimci gözüyle katkı getirebilmek adına okumalar yaparken “Biz iletişimcilerin meşalesi ne?” diye düşünmeden edemedim: Yaşadığımız toprakları köşe bucak tanımak, toplumsal değişimleri okumak, değerleri anlamak, zamanın ruhunu kaçırmamak… Böyle olsa gerek… Yoksa çok da anlamlı olmazdı herhalde…

Dr. Arın Saydam
İletişim Danışmanı