artwork

Be My Valentine

4 yıl önce

0

Belki de her şey ünlü tasarımcı Ettore Sottsass’ın 1968’de Olivetti’yi taşınabilir bir daktilo tasarlamak için ikna etmesiyle başladı. Sottsass sadece taşınabilir bir daktilo yapmadı, dönemin ofis trendlerinin tam tersine kıpkırmızı bir daktilo yaptı ve adını da “Valentine” koydu.

Olivetti Valentine, hele de internet öncesi dünya ile karşılaştırırsak belki de dünyanın ilk taşınabilir bilgisayarıydı, bu daktilo ilk defa insanlara evden, parktan hatta belki köşedeki kahveden çalışabilmeyi hayal ettirdi. Ettore Sottsass’ın ofislerin fiziki gerekliliğini kırmızı bir daktilo ile sorgulamasının üzerinden tam 51 yıl geçti. Benim her gün ofise gitmekten vazgeçmemin üzerinden ise yaklaşık 3 yıl…

3 yıl önce ben de zamanında işvereni olduğum -freelancer-lardan biri oldum. Çalışma hayatım boyunca hele de ajans yönettiğim son yıllarda hep savunduğum ve arkasında durduğum bir prensibim vardı; “sadece ofiste yapılabilir bir işin yoksa bir dakika ofiste durma.” Sonunda sadece ofiste yapılabilir bir işim hiç kalmadı, dolayısıyla bir dakika bile ofiste durmuyorum. Bu son 3 yılın büyük bölümünü freelance danışmanlık, freelance yaratıcı yönetmenlik ve profesyonel fotoğrafçılık yaparak geçirdim. Yaklaşık 7 aydır da Londra’da yaşıyorum ve aynısını burada yapmaya çalışıyorum.
Ben ofis işinin çoktan bittiğini düşünenlerdenim. Şehir merkezlerinin bu kadar kalabalıklaştığı, arsa değerlerinin bu kadar arttığı, herkesin karbon salınımını azaltmayı kovaladığı bir dönemde, birilerini şehrin bin farklı yerinden, toplu veya özel taşıma ile bir binaya sokmanın, 8-9 saat sonra da eve göndermenin dünyanın en üzerinde düşünülmeden devam eden uygulamalarından biri olduğunu düşünüyorum.
Düşünsenize Levent’in en havalı yerinde plazayı dikmişsiniz, bazı ofislerde iki yan masasındakini bile tanımadan birileri 8 saat ekrana bakacak diye 24 saat ısıtıp, soğutuyorsunuz, güvenliklerle koruyorsunuz. Londra veya New York’taki maliyetlerden bahsetmiyorum dahi. Günümüzün binlerce birlikte çalışmayı kolaylaştıran aracı bu kadar el altındayken kimsenin ofislere taşınmasına gerek yok. Bununla henüz barışmamış patronlar da yakın zamanda bununla barışmaya mecbur kalacaklar bana sorarsanız.
Hayat bu noktada bizim ülkemizde biraz zor. İlişkinin her iki tarafı da çeşitli sebeplerle yıpranmış durumda. İşveren tembel ya da güvenilmez freelancer’lardan bıkmış, güvenilir freelancer’lar ise düzgün ihtiyaç tanımı alamadığından tabi bir de faturasına zamanında ödeme alamadığından şikayetçi.
Bundan 10 yıl önce yine Londra’da büyük bir digital network ajansını ziyaret etmiştim, o zaman üretimin %60’ını freelancer’larla yapıyorlardı. Ne zamanki bizde de üretimin yarısından çoğu – tüm endüstrilerde – ofis dışında çözülür, o zaman bu ilişki de toparlanır diye düşünüyorum.
Bir de sanırım bir ülke ne kadar nitelikli yabancıya sahipse bu işler biraz daha rahat oluyor. En azından şu anki kısa deneyimimde dahi görüyorum ki, adada yaşayan yabancıların işe sarılma disiplinleri bizdekinin kat kat üzerinde. Kimse burada kötü bir itibar sahibi olmayı riske atmak istemiyor. Tıpkı bizim hakemlerimizin buralara maç yönetmeye geldiğinde farklı yönettikleri gibi. Güven / itibar dengesi kurulduğunda aslında herkes için harika bir hayat başlıyor. Yolda geçen süreler freelancer’a kalıyor, gereksiz lak lak yok, ama illa da istiyorsan köşedeki nitelikli kahve dükkanında biraz wifi ile istediğin kadar lak lak da yapabilirsin. İstediğin saat çalışabilir, hatta aynı anda iki birbirinden farklı iş bile yapabilirsin. Burada çok var, günün 6-7 saatini freelance grafik tasarımcı olarak geçiren, akşam son derece güzel bir barda barmen’lik yapan, hafta sonları da yoga hocalığı yapan insanlar. Sosyalleşme dengesini de, gelir dengesini de, sevdiğin/mecbur olduğun işleri yapma dengesini de bu şekilde kurabilir herkes. Üstelik ruhunu beslemek için ofisten daha iyi yerlerde geçirdiğin zaman da yanına kâr.

Son olarak biraz daha ileri bakınca ben şunu görüyorum; iş, işçi ve işveren üçgeni bölünmeye devam edecek. Her konuda belli bir oranda bilgi sahibi olanlar değil, bir konuda çok iyi olanlar ekmek yemeğe devam edecek. Herkes yapmak istediği ya da yapabileceği kadar işi alacak, itibar korunacak ki bu saltanat devam etsin ya da paralar zamanında ödenecek ki o dikeyde en iyi bilgi sahibi olan ya da en yetenekli olan seninle çalışsın. Hem üretilen tüm uygulamalar, hem günümüzün şehirleşme şekli, hem de insanların bilgiye erişiminin bu kadar kolaylaşmış olması bizi oraya doğru götürüyor.

Burçin Ergünt
Freelance Kreatif Direktör

Bu yazı, Campaign Türkiye 93. sayısında yayınlanmıştır.

Senin için
Tümünü göster
Netflix Türkiye’ye karşı ayaklanma

Aynı yüzler, aynı hikayeler, aynı kalemler…...