artwork

Başka bir hayat mümkün

3 yıl önce

0

Yurt dışı sayfalarımıza Aura – Museum Genius Kurucu Ortağı Ataer Arguder konuk oluyor. Türkiye’de Tixbox isimli biletleme şirketi hisselerini sattıktan sonra Broadmind Technologies isimli yazılım şirketini ve Aura – Museum Genius isimli müze platformunu kuran Arguder, 5 yıldır Londra’da yaşıyor.

“Yağmurlu bir akşamüstü Radyo açık, köprüdeydim Derken bir anda farkettim Başka bir hayat yok ki”

 

Her dinlediğimde daha dün çıkmış gibi hissettirmesine rağmen yayınlanmasının üzerinden tam 20 yıl geçmiş olan efsane “mor ve ötesi” şarkısı “Daha Mutlu Olamam” muhtemelen bambaşka duygularla yazılmış olsa da düzenini kurduğu şehirden vazgeçmeye cesaret edebilmiş, hepimizin yaşadığı o aydınlatıcı ânı tarif ediyor gibi adeta.

Gitmek

Bitmek bilmeyen bir iç sorgulamanın yıllarca içlerini kemirmesine dur diyecek olanları, bardaklarını taşıracak bir damla bekleyenleri, belki Türkiye’nin son dönemdeki politik ve ekonomik gerçeklikleriyle gelen “şimdi değilse, ne zaman” duygusu; belki de kendilerinden önce bu kararı alabilenler cesaretlendirdi.

“Gitmek” konusu yeni bir konu değil. Bu coğrafyadan en az yüz yıldır “birileri” göçüyor; kimi mecburiyetten, kimi yabancılaşmaktan.

Değerleriyle ve yargılarıyla, artık doğduğumuz, büyüdüğümüz ve zamanında epey de ait hissettiğimiz o ülkede soluk alamadığımızı kendimize itiraf ettiğimiz o anlarda hissedilenler ve sonuçları, gitme kararı alan hepimiz için hem çok farklı hem de birçok açıdan tıpatıp aynı.

Gitmeden önce bolca bilinmezlik içeren bu yolculuk, gidilen yere varıldığında yerini sıralı duygulara bırakıyor: Önceleri ekşisözlük’teki malum başlığın ilk entry’sinde belirtildiği gibi hissedilen derin rahatlama ve “kurtuldum” dendikçe yüze vuran bencilce mutluluk, yerini hemen sonrasında “bu kadar fark nasıl oluşmuş” temalı derin bir hüzne bırakıyor.

Benim deneyimim ise, yeni ülkeme yerleştikten ve koşulmaya çoktan başlanmış maratona kenardan katılıp hızlandıktan bir süre sonra tempom; artık bu coğrafyanın da -geldiğim yer kadar olmasa da- artıları olduğu gibi eksileri olduğunu, neticede insan ürünü bir sistem ile idare edildiğini anlamam ve rahatlamam ile dengesini buldu.

Yeni kavram: Multi-local

Yurt dışında bir şehri birkaç günlüğüne ziyaret etmekle, o şehirde yaşamak gerçekten de bambaşka deneyimler.

Gençliğim boyunca kendimi “ait” hissettiğim, doğduğum ve yaşamakta olduğum için şanslı olduğumu düşündüğüm İstanbul’dan, 2000’lerden sonra kafamda uzaklaşmış ve şehre karşı olan aidiyet hissimi yitirmiştim. Daha doğrusu bu hissi yitirdiğimi, yıllar sonra yeni bir şehre alışıp artık kendimi oralı hissettiğimi fark ettiğimde anlamıştım.

İngiltere’deki beşinci yılıma girdiğim bu günlerde, artık çok daha sakin bir gözlük ile Türkiye’ye bakabildiğimi ve buraya yerleştiğimden beri bağımı hiç koparmadığım şehrim İstanbul ile yeniden düzgün bir ilişki kurabildiğimi görüyorum.

Artık kendimi Londra’dayken Londralı, İstanbul’dayken de İstanbullu hissedebilen, her iki şehirde de kendinden parçalar bulan ve bu iki şehirden birine geri döndüğü anda yeniden mutlu hissedebilen bir “multi-local” (birden fazla şehrin yerlisi) olarak tanımlayabiliyorum.

Bununla birlikte, batı ülkelerinde -özellikle Londra’da- hâlâ çalışmanın karşılığının alınabildiğini; iş ahlakı ve çalışma kültürü konusunda şaşırtıcı seviyede ileri, güvene dayalı, şeffaf bir sistemin sorunsuzca işleyebildiğini gördüm. Temiz sokaklar, güler yüzlü insanlar ve her zaman kısa bir yürüyüş mesafesinde bulunan yemyeşil parklar gibi temel insani ihtiyaçların değerinin, buralarda henüz yaşamamış kişilerce anlaşılamayabildiğini de çokça gördüm.

Doğru yaklaşım nasıl olmalı?

Bu yazıyı buraya kadar okuduysanız ya hayatınızı değiştirmek istiyorsunuz ya da bu konuda halihazırda bir adım attınız ve hissettiklerinizi doğrulayacak birkaç satır arıyorsunuz.

Ben bu yola çıktığımda bana ülke değiştirmek konusunda gerçekçi tavsiyeler verebilen çok az kişi olmuştu. Yıllar içerisinde tanıdığım ya da bir tanıdığımın talebiyle tanıştığım o kadar çok kişi ile bu konuları konuştum ki bir süre sonra herkese aynı sunumu yapıyormuşum gibi hissetmeye başladım.

Bu konuda ciddi olanların unutmaması gerektiğini düşündüğüm noktaları özetlemek isterim:

1. Öncelikle rahat olun ve asla geri dönülemez bir karar alıyormuş gibi hissetmeyin. Buraya geldiğimden beri yeni hayatından memnun olup kalanlar olduğu gibi, bir süre sonra çeşitli sebeplerle geri dönenler de oldu . Beğenmezseniz dönersiniz. Beğenirseniz kalırsınız. Hayat sizin. Bu konuda kendinize psikolojik baskı yapmayın.

2. Başka bir gezegene gitmiyorsunuz. 70’ler ve 80’lerde giden “gurbetçiler” ile iletişimin çok kısıtlı olduğunu, adeta Türkiye’yi geçmişlerinde bırakıp bambaşka ve soğuk bir ülkeye gittiklerini resmeden Yeşilçam filmlerini, TRT belgesellerini unutun. Gittiğiniz ülkede sizin gibi birçok insan göreceksiniz ve internet sayesinde bugün tükettiğiniz içeriklerin aynısını tüketmeye devam edebileceksiniz. Açıkçası bu konuda pek de bir farklılık hissetmeyeceksiniz (internet hızınızın 100 kat yüksek olması dışında tabii).

3. Sanırım geriye dönüp baktığımda “başka bir ülkeye taşındım”dan ziyade, “başka bir şehre taşındım” diye özetliyorum yaşadığım değişimi. Size de tavsiyem, konuyu abartmamanız ve bu şekilde yaklaşmanız. Neticede İstanbul’dan çıktıktan ve düzeni bir kere değiştirdikten sonra Ankara’ya yerleşmek ne kadar değişiklik getirebilirse, Londra da aşağı yukarı benzer bir değişiklik getirdi düzenime.

4. Bu kararı aldığınızda muhakkak ailenizle ve sosyal çevrenizle paylaşın ve desteklerini isteyin. Bu sayede hem daha fazla sorumluluk hissedeceksiniz hem de “girişiminizi” tamamlama ihtimaliniz artacak. Unutmayın, bir süre kendinize karşı mücadele vermeniz ve ilerleyebilmek için statükonuzu yıkmayı da öğrenmeniz gerekecek.

5. Yurt dışına gitmeyi farklı fazları olan bir proje gibi düşünün. Bu projenin vakit alabileceğini kabul edin ve vakit geçtikçe bir adım daha atmanıza yardımcı olması adına bir sembol seçip görünür bir yere koyun. Benim kararı almamla İngiltere’ye taşınmam arasında 10 ay gibi uzun bir süre geçmişti. Bu sürede başvuru belgelerini toplamaktan web sitemi güncellemeye kadar her adımda bazen günler, bazen haftalarca vakit geçirdim. Ama çalışma masamdaki bilgisayar monitörümün önüne koyduğum “10 Sterlin”lik banknota her baktığımda sorumluluğumu hatırladım ve en sonunda tüm adımları tamamladım. Bu tip bir sembolü hatırlatıcı ve tetikleyici olarak kullanmanızı kesinlikle tavsiye ediyorum.

6. Bambaşka bir ülkeye de gidiyor olsanız bir süre sonra su yolunu buluyor ve düzeninizi kuruyorsunuz. Yine de bu konuda gerçekçi olun ve kendinize en az iki yıl süre tanıyın. İlk yıl alışmayla, ikinci yıl da düzen kurmayla geçecek. Acele etmeyin ve psikolojinizin kontrolünü elinizden bırakmayın.

7. Son olarak, sizinle benzer yollardan geçen kişilerle (Türk olmak zorunda değiller) diyalog kurun ve bol bol konuşun. Konuşmak iyi geliyor, çok şey öğretiyor ve içinde bulunduğunuz duruma alışmanızı hızlandırıyor.

Bunlara ek olarak, biraz da İngiltere’deki çalışma kültüründen bahsetmek ve Türkiye ile kıyaslamak istiyorum.

Öncelikle burada kimsenin acelesi yok! Üstelik bütçeleri de var! Ucuza ve çok hızlı iş yapmanız beklenmiyor, zira pek gerçekçi bulunmuyor.

Bununla birlikte bizlere has “pratiklikler” burada kesinlikle prim yapıyor. Bizlerin, biraz da mecburiyetten geliştirdiği bu pratiklik kası ve on parmağımızda on marifet biriktirmek zorunda olmamız, Türkiye’den gelenlerin yaptıkları işlerde hızla yükselmesine yardımcı oluyor.

Bizlerin Türkiye’den alışık olduğu birçok “normal” burada “anormal” olarak karşılanıyor. Örneğin; her şeyin mümkün olduğunca yazıya dökülmesi ve prosedürlerle ilerlenmesi, işi tanıdığınızla değil referanslarınızla almanız, iş yaptığınız kişilerin sizi olduğunuz gibi kabul etmesi ve özel hayatınıza saygı duymaları, “hallederiz” mantığının kabul görmemesi ve herkesin randevularına sadık kalarak son derece dakik olması gibi…

Bu belirttiğim noktalar aslında “medeniyet” denen çarkın, zaman içerisinde insanı daha huzurlu ve nihayetinde daha mutlu yapan küçük dişlileri aslında. “Türkiye simülasyonunu” başarıyla tamamlayabildiyseniz, buralara alışmanız ve düzeninizi kurup hem yeni şehrinizde hem de geldiğiniz şehirde daha mutlu ve huzurlu yaşayacağınıza emin olabilirsiniz.

Başka bir hayat yok mu gerçekten?

Başladığım şarkıyla bitirmek istiyorum. Grup, belki de bu şarkıyı yazdıkları dönemin üzerinden geçen yılların da etkisiyle, belki de içlerindeki umut ışıltılarını dinleyicileriyle de paylaşabilmek adına, “daha Mutlu olamam”ın canlı performanslarında “başka bir hayat yok ki” şeklinde geçen o dizeyi artık daha olumlu bir yorumla seslendiriyor: “Başka bir hayat mümkün”

En güzeli de şarkının o dizesi geldiğinde ve Harun Tekin’in sözleri değiştirdiğini seyirci her fark ettiğinde, tüm kalabalığın coşkulu bir alkışla karşılık vermesini görmek…

Evet, insan umutsuz yaşayamıyor ve neyse ki umut, marketten para ile alınan bir şey değil! Siz de hayal etmekten ve hayallerinizi gerçekleştirmeyi denemekten korkmayın.

Kim bilir, belki de mutluluk şu an bulunduğunuz şehirde değildir.

 

Bu yazı ilk kez Campaign Türkiye’nin 109. sayısında yayımlandı.