artwork

Anhedonik sosyalleşme

5 yıl önce

1

 

PwC Türkiye Şirket Ortağı Murat Çolakoğlu Yunanca kökenli Anhedoni sözcüğünün Türk insanı hayatındaki yerinden bahsetti.

Anhedoni, kökeni Yunanca olan “keyif alamama” anlamına gelen bir terim. Psikoloji biliminde depresyonun belirtilerinden biri olarak görülüyor. Örneğin; yürüyüş yapmayı seven ve bundan çok keyif alan biri, yürürken hiç keyif almamaya başlayabilir. Sonra da keyif aldığı bu gibi aktivitelerini yapamadığı için mutsuz olur. Adeta bir kısır döngü.

Anhedoni’nin esasen “beynin-ödül sistemi” ile ilişkili olduğu söyleniyor. Dopamin adı verilen kimyasal ödül ya da mutluluk hissine katkıda bulunur ve eğer kişi bunları yeteri derecede almazsa depresyon belirtileri kendini gösterir.

Ne alaka demeyin. Sizi sosyal medya bağımlılarının potansiyel rahatsızlığı ile tanıştırdım az önce. Belki farkında değilsiniz ama siz bile anhedonik duruma düşmüşsünüzdür sosyal medya yüzünden. Sosyal medya zamanlarından önce kendimde hatırladığım ancak sonra peşimi bırakan “pazar günleri öğleden sonra” ruh halim buna uyuyor. Küçükken pazartesi günleri sabah erkenden kalkıp okula, büyüdükten sonra da işe gideceğim için pazar günleri özellikle saat 16.00 sonrası, hele bir de hava erken kararmaya başlamışsa, kolaysa gel sen yaptığın her neyse ondan keyif al. Sosyal medya bağlantılı anhedoni, benim neslimin yaşadığı bu geçici sıkıntılı hallerden biraz farklı ve sanki biraz daha ciddi gibi duruyor. Zira “bağımlılık” haline dönüşmesi durumunda, bu sarmala düşmüş olanların psikolojik destek alması bile gerekebiliyor.

Bu düşüncelerden hareketle olsa gerek, sosyal medyanın pozitif yanlarından çok “yıkıcı” etkilerinin daha yüksek sesle dile getirildiğini duyuyorum son yıllarda. Takip ettiğim kadarıyla sosyal medyanın “yıkıcı” tarafıyla ilgili özellikle şu konular öne çıkıyor:

Beğenilme ihtiyacı

Akıllı mobil cihaz kullanan ve ortalamanın üstünde sosyal olan bir insan, telefonunu her gün yaklaşık 150 kere kontrol ediyor. Hadi şimdi hepimiz itiraf edelim. Hangi mecrayı kullanıyorsak, bir şey paylaştığımızda alacağımız tepkinin ne olacağını merak edip, 30 saniyede bir aydınlanan ekranda paylaşımımızı kimin beğendiğine bakmıyor muyuz? Instagram’ın “Story” kısmındaki paylaşımlarımızda bizi takip etmemesine rağmen merakına yenik düşüp paylaşımlarımıza bakanları öğrenmek için can atmıyor muyuz? Kim takibi bıraktı, kim engelledi diye merakımızdan sırf bu amaçla yapılmış “uygulamalara” para vermiyor muyuz? Bu spesifik sorulara cevabı ‘‘hayır’’ olanlarımız mutlaka var ama büyük bir çoğunluğun bunların yerine –ilgili sosyal medya platformuna uygun- başkaca alışkanlıkları olduğu kesin.

İşin psikolojik etkisi burada başlıyor. “Sosyal onay” denilen ihtiyaç; insanların yapılan paylaşımlara tepkilerinin paylaşım yapanın üzerinde bıraktığı geçici pozitif etki, “beğeni” sayısı arttıkça kişinin kendisine olan güvenindeki yanıltıcı artış. Yanıltıcı diyorum, zira geçmişte insanlar bir şeyler üreterek; mesela kitap yazarak, resim yaparak, piyano çalarak, köşe yazılarıyla ünlenirken şimdi sadece “işi bırakıp” tatil yaptığı için ünlü (?) olanlar, kocasıyla, çocuğuyla, kedisiyle, ayakkabısıyla, kahvaltısıyla fotoğraf koyanlar “geçici ve yanıltıcı” bir şöhret duygusuyla kendilerini besliyor. Bu amaçla hareket edenlerin sayısı o kadar arttı ki, onlar gibi olmak isteyenlerin bu konuda gösterdikleri çaba esnasındaki başarısızlıkları da ayrı psikolojik sorunları beraberinde getirmeye başladı. Özellikle gençler arasındaki “beğeni” beklentisi, onların olgunlaşma süreçlerine etki eder seviyede. 

Yanıltıcı hayatlar

Kimin hangi fotoğrafı ya da yazıyı/yorumu nasıl bir deneyim geçmişiyle paylaştığını bilemeyiz. Bu nedenle herhangi bir paylaşım ile ilgili yorumda bulunurken ya da birilerinin hayatlarına özenirken kaybolmaya yüz tutmuş empati yeteneğimizi zorlayarak değerlendirip karar vermeliyiz.

“Hayat sana güzel” arkadaş diye yazıyorlar hemen fotoğrafın altına. Nereden biliyorsun hayatın bana güzel davranıp davranmadığını? Yanımda mısın? Ne yaşıyorum nereden biliyorsun? Güzel fotoğraflar çekip koydunuz diye “Sen ne zaman çalışıyorsun?”, yemek resmi paylaştınız diye “Millet aç!”, kıyafet resmi paylaştınız diye “Sende para çok galiba!”, gezi resmi paylaştığınızda da “Ne çok geziyorsun!” gibi yüz yüze gelseniz gösteremeyeceği cesaret ile olması gereken yakınlık/ilişki sınırlarını hunharca aşan kişiler, sanal dünyanın kendilerine sunduğu zorbalık ortamını özgürce kullanıyor.

Aslına bakarsanız bu durum her iki taraf için de aynı anda mutluluk ve mutsuzluk kaynağı olabiliyor. Bir tarafta beğeni alanın “sosyal onay” ihtiyacı bir süreliğine de olsa giderilirken, diğer yanda kendisi de böyle şeyler yapmak isteyenlerin bunu “yapamadıkları” gerçeğiyle yüzleşmelerinin getirdiği yıkıcı etki. Tabii sosyal onay beklentisinde olan birey, bazen yeteri kadar beğeni alamayınca da yıkıcı etkiden nasibini alabiliyor. Yani, bir de bakmışsınız ki kendinizi iyi hissetme beklentisi içinde zaman geçirdiğiniz sanal alemler sizi bir sarmalın içine almış! Partner bulma uygulamalarında, ‘‘O’nu’’ bulmak için sağa sola ittirip durduğunuz fotoğraflara bakmak için ayırdığınız zaman, bulduğunuz “gecelik” ilişkilerdeki zamanın belki onlarca katı. Arkadaşlarınızla ya da ailenizle geçirdiğiniz iyi vakitleri paylaşmaya ve diğer paylaşanları takip etmeye ayırdığınız zaman, onlarla “gerçekten ve fiilen” geçirdiğiniz zamandan fazla oluvermiş. Bakıvermişsiniz yapmak istediğiniz hiçbir şeye zaman bulamıyorsunuz. Neden acaba?

Sonuç: Anhedoni. Yani “her ne yapılıyorsa” zevk alınmıyor, tatmin olunmuyor. Yaptıklarımızın, başardıklarımızın farkında olmayıp, başkalarının yapabildiklerine bakıp bakıp mutsuz oluyoruz.

Ee, ne oldu yani? Hani teknoloji iyi bir şeydi?

Peki kim mutlu bu durumda? Algoritmalarla takip edilen sanal dünyalarda farkında olmadan yönlendirilen kullanıcı “ilgisi” sürekli ve daha da uzun saatler vakit geçirilen mecralar kimseyi mutlu etmiyorsa bu işin kazananı kim?

Cevabı algoritmalarda gizli!

Murat Çolakoğlu

PwC Türkiye Şirket Ortağı

Eğlence ve Medya Sektör Lideri

 

 

Bu yazı ilk kez Campaign Türkiye’nin 88. sayısında yayımlandı.