artwork

“Al beni!” mi “Albeni” mi?

12 yıl önce

0

Campaign Türkiye’nin ilk iki sayısında yer alan uluslararası network patronlarının Türkiye ile ilgili beklenti ve ifadeleri insanı heyecanlandırıyor. Zira hepsinin söylediklerinin alt metninde Türkiye’de kullanılmayan potansiyelin de çarkın içine dahil olmasıyla birlikte büyüyecek pazardan pay alma arzusu mevcut. Rekabetin acımasızca yoğun yaşandığı bir sektör olması itibariyle bir network bağlantısına sahip olmak ya  da olmamak, yerine göre avantajlı ya da dezavantajlı olabilir.

Şirketler, bir networke dahil olsalar da olmasalar da büyüme beklentilerini öncelikle pazardan pay alma şeklinde karşılamak ister. Ancak, bazı durumlarda belirli bir pazar payına veya ticari büyüme potansiyeline sahip şirketlerin satın alınması yoluyla da “inorganik” diye tanımlanan büyüme yöntemi  tercih edilebiliyor.

İşte bu noktada yazımın başlığının nereden çıktığını sizlerle paylaşayım. Martin Sorrell’in geçen sayıdaki röportajında kullandığı tanımlamayı da aynen kullanarak, “iletişim, reklamcılık ve pazarlama” sektöründe Türkiye’de faaliyet gösteren şirketler, yerli ve yabancı yatırımcıların dikkatini çekiyor. Bunu bilen potansiyel “hedef” potasındaki şirketler yeni ortaklıklar yoluyla büyüyebilmek için “albeni”lerini artırmalılar ki yatırımcıya “Al Beni!” diyebilsinler. Zaten pazar ve iş potansiyeline sahipseniz bir noktadan sonra “Al Beni!”  demenize de gerek kalmadan size “Satar mısın?” diye sorular gelmeye başlar.

Değerlendirme süreci

İşte bu soruyu sordurabilmek için şirketlerin dönüp kendilerine ticari, mali ve hukuki anlamda hazır olup olmadıklarına bakmaları gerekir. Şirket satın alma süreçlerinde öncelikli değerlendirme elbette “gelecek potansiyeli” ve “işin mevcut durumu” üzerinden yapılır. Ama bu süreçlerde, tıpkı insan ilişkilerinde olduğu gibi istediğinizde potansiyel partnerinize “geçmişin beni ilgilendirmiyor, geleceğe bakalım” diyemiyorsunuz maalesef. Ticari konular bir yana, satın aldığınız şirketin geçmişindeki mali ve hukuki uygulamalar sizinle birlikte yaşamaya devam ediyor ve hatta geleceğinize etki edebilecek konuları da beraberinde getirebiliyor.

Para neye ve nereye yatıyor?

Uygulamada genelde “Şirket”i ya da “İş”i satın alma olarak tanımlayabileceğimiz iki yaklaşım mevcut. Ayrıca, Birleşme ve Bölünme gibi farklı teknik metotlar da uygulama alternatifleri içine alınabilmekte. Bu açıdan yapılan tercih, tamamen taraf ların içinde bulundukları şartlara bağlı olarak duruma göre değişebiliyor. Herkese uygulanabilecek bir formül yok ve her bir durumu farklı değerlendirmek gerekli. Bu nedenle şirketlerin ileriye dönük satma/satın alma planları varsa şirket yönetimleri/ortakları öncelikle durum tespiti yaptırmalı, alternatiflerini sıralamalı, tercihlerini ve kırmızı çizgilerini belirlemeli. Bu durum değerlendirmesinin ticari, mali ve hukuki alt başlıkları üzerinde kafa yorup, gerekiyorsa da hazırlık çalışmaları yapılmalı.

Ticari hazırlık elbette tamamen iş sahiplerinin kendilerini pazarda nasıl konumlandırdıklarıyla ilgilidir. Sahip oldukları kontratlar, potansiyel iş olanaklarının somutlaştırılması için çalışmalar yapılması gibi… Çünkü potansiyel bir alıcı haklı olarak sözlerden ziyade somut kriterler üzerinden konuşmak, sorularına somut yanıtlar almak ister ki neye ve nereye para yatırıyor olduğu konusunda net bir tablo görebilsin.

Hazırlık çalışmalarının diğer aşaması ise  teknik anlamda mali ve hukuk i çalışmalardır.

Bu kapsam içinde şirketlerin öncelikle mali anlamda bir risk taşıyıp taşımadıklarının değerlendirilmesi yapılır. Bu çalışmalar, şirket hesapları baz alınarak ve ayrıca iş sahipleriyle ve yöneticilerle yapılan görüşmeler çerçevesinde bağımsız uzmanların çeşitli tekniklerle yaptıkları testleri kapsar.

Sonunda çıkan değerlendirme raporları iş sahiplerine şirketlerinin mevcut durumu hakkında detaylı bilgi verir ve ileriye dönük planlarını gerçekleştirebilmeleri için neler yapmaları gerektiği konusunda ışık tutar.

Nice satın alma süreçleri olmuştur ki ticari olarak her şey uygun görünürken mali ve hukuki bazı konular nedeniy-le taraflar masadan kalkmışlardır. Bu nedenle her iki taraf için de sürpriz olmaması için önce şirketimizi iyi tanımalıyız ki karşımızdaki potansiyel alıcıya tatminkar şekilde kendimizi anlatabilelim.

Check-up’ı ihmal etmeyin!

Genellikle göz ardı edilen, sona bırakılan ya da yapılmak istenmeyen çalışmaları, rahatsızlanmadan doktora gidip bir checkup yaptırmak gibi düşünebiliriz. Türkiye’de nasıl hastanelik oluncaya kadar doktora gitmekten sakınan bir bilinç mevcutsa, şirketler açısından da genellikle, istisnai bilinçli iş sahipleri hariç, benzer davranışlar gözlemliyoruz.   Oysa uzun vadeli iş ve büy üme planları olan, ileride olabilecek potansiyel ortaklıklara kendini açık hisseden iş sahipleri bu konuda mutlaka bir “önleyici hekim” olarak yorumlayabileceğimiz mali ve hukuki uzmanlarla çalışmalı, zamanında danışmalı ve gerekli önlemleri almalı ki önlerine işlerini büyütmek için yeni olanaklar ve iş ortaklıkları ve alternatif ler çıktığında bunları kaçırmalarına sebep olabilecek ihmal edilmiş mali ve hukuki sorunları olmasın.

Türkiye’de iletişim, reklamcılık ve pazarlama sektörü özellikle son yıllardaki alım/satım ve yeni ve büyük yatırımlarıyla, ödülleriyle dikkate alındığında ciddi bir büyüme potansiyeline sahip.

Bunun farkında olan yerli ve yabancı yatırımcılar açısından büyük fırsatları da barındıran sektörde sadece ticari olarak değil, ihmal edilmesi ciddi sorunlar doğurabilecek mali ve hukuki konularda da sağlam adımlarla yol almak şüphesiz tüm iş sahiplerinin ve dolayısıyla sektörün menfaatine olacaktır.

Murat Çolakoğlu
PwC Türkiye, Şirket  Ortağı Eğlence ve Medya Sektör Lideri

[arrowlist]

  • Bu yazı Campaign Türkiye’nin Mart sayısında yayınlanmıştır.

[/arrowlist]