Hadi paylaşalım!

7 yıl önce

0

Ne psikoloğum ne de sosyolog. Sadece çoğunuz gibi sıradan bir ‘‘sosyal medya-zede’’yim. Tek istediğim birazcık dertleşmek. Benim de duygularım karışık.

Sosyal medyanın ölçüsüz kullanımının zararları hakkında yazmak/konuşmak artık güncelliğini kaybetmiş, hatta klişeleşmiş bir eylem, farkındayım. Ancak, sosyal medyanın hayatımızdaki yeri, yoğunluğunu hiç kaybetmemekle birlikte, artarak çoğalıyor ve insan bu sürüklenişe kayıtsız kalamıyor. Katı bir sistem ve modern zaman muhalifi gibi görünmek istemem. Aksine teknolojik gelişmelerden ve popüler kültürün dayatmalarından eksik kalamayanlardanım (Bilirsiniz bazen direnç göstermektense, kendini akışa bırakmak daha az acılıdır).

Kaldı ki, ne psikoloğum ne de sosyolog. Sadece çoğunuz gibi sıradan bir ‘‘sosyal medya-zede’’yim. Tek istediğim birazcık dertleşmek. Benim de duygularım karışık. Sosyal medya platformları gözüme bazen bir tür bataklık, bazen de dikensiz gül bahçesi gibi görünüyor. Canlı yayınlardan, kendini 24 saat içinde imha eden ve kolay unutulabilen fotoğraflara, videolara kadar her tercihe uygun geniş bir yelpaze. Yeter ki paylaşın! Gün geliyor sosyal medya detoksuna girmeye karar veriyorum ve fakat hemen ardından iflah olmaz bir bağımlı gibi parmaklarımı yine fotoğrafların üstüne ‘‘çift tıklarken’’ buluyorum. Yani, yalnız değilsiniz!

Günümüzün en popüler nezaket gösterme şekli, takip ettiğimiz sosyal medya ahalisinin paylaştığı yorumları, fotoğrafları ‘‘like’’lamak oldu. ‘‘Aman ayıp olmasın!’’ diye birbirimizin her paylaşımını çok beğenmiş numarası yapar vaziyete geldik. Yani, arabayla geçerken önümüzden geçen yayaya yol vermek, arkanızdan gelmekte olan iş arkadaşınıza kapıyı tutmak ‘‘out’’, akıllı telefonlardan fotoğraf ‘‘like’’lamak ‘‘in’’. Bir de tabi ‘‘beğenilmek için beğenmelisin’’ prensibine karşı gösterdiğimiz hassasiyeti unutmamak lazım! Bu streslerle çok uzun yaşamayız.

Şu sosyal medya denen icat, içtenliğimizi ve samimiyetimizi elimizden aldığı yetmezmiş gibi, doğallığımızı ve gerçek zevklerimiz konusundaki farkındalığımızı da köreltti. Artık canımızın istediği yemekleri değil, fotoğrafını çekip koymak isteyeceğimiz yiyecekleri yiyoruz. Yüreğimizin bizi götürdüğü yerlere değil, fotoğrafı en çok prim yapacak olan mekânlara gidiyoruz. Hobilerimizi bile aynı içgüdüyle seçiyoruz. İşin kötü yanı, daha fazla ‘‘like’’ alınca pratik hayatımıza bir katkısı olmuyor (işi profesyonelleştirip, aralara reklam alan sosyal medya ünlülerini hariç tutuyorum tabii). Yani, mesele tamamen beğenilme ve kabul edilme arzusuyla yanıp tutuşmamızla ilgili. 

Peki ya mutluluğumuz? Ne yaşarsak yaşayalım yetersizmiş gibi gelmiyor mu? Başkaları hep daha çok geziyor, daha güzel yemekler yiyor, daha mutlu ilişkiler yaşıyor. Olmuyor, bir türlü yetişemiyoruz o ‘‘sahte başkalarına’’. Nasıl tatminsiz olmayalım, nasıl bütün varımızı yoğumuzu tüketmeyelim yetişmek uğruna? Bizim ne eksiğimiz var?!

Teknolojinin ve sosyal medyanın varmaya meylettiği noktayı gerçekten öngöremiyorum. Ancak hep kötü taraflarından bahsetmek olmaz. Mesela, sosyal medya sayesinde birbirimizle çok fazla konuşmamıza, anılarımızı paylaşmak için güzel çenelerimizi sürekli yormamıza gerek kalmadı. Sosyal çevremizin nerede, ne yaptığını akıllı telefonlarımız vasıtasıyla anbean takip edebiliyoruz (tahmin edersiniz ki bu kısım özellikle ebeveynler ve kıskanç sevgililer için hiç fena değil). Her birimiz ‘‘çiplenmiş’’ gibiyiz adeta.

Dahası var. Bütün bu gelişmelerle hayatımıza ‘‘FoMo’’ (fear of missing out) adlı yeni bir fobi türü girdi. Çok kısaca Türkçe meali; her an bir yerlerde olan bir şeyleri takip edememe sebebiyle endişelenme, olan biteni kaçırma korkusu. Artık yüksekten, böceklerden ya da karanlıktan korkmayanların, fobim yok diye üzülmesine gerek kalmadı. Buyurun günümüzün bu pek havalı fobisini göğsünüzü gere gere benimseyin.

Hadi paylaşalım!

 

Murat Çolakoğlu
PwC Türkiye Şirket Ortağı, Eğlence ve Medya Sektör Lideri

 

Bu yazı ilk olarak Campaign Türkiye Nisan 2017 sayısında yayımlanmıştır.

Senin için
Tümünü göster
Siz Hangi Tip Erkeksiniz?

“YKKD ile Söylemden Eyleme”...