Yeni bir meydan okuma: İş birliği!

7 yıl önce

0

KİD Üyesi Şule Yücebıyık’a göre, iletişimcinin rolü farklı paydaşları masaya oturtan bir iş birliği yaratıcısı olmaya doğru evriliyor.

30 ülkeden yaklaşık 900 kurumsal iletişimcinin katıldığı 17. Avrupa İletişim Zirvesi’nin bu yılki sürprizi konuşulan değil, konuşulmayan konulardı. Örneğin, hayli sıkıldığımız ‘storytelling’in esamesi bile okunmadı. “Kurumsal sosyal sorumluluk, sosyal etki, sürdürülebilirlik, medya ilişkileri, iç iletişim, itibar yönetimi’ gibi ‘vazgeçilmezlerimiz’ etkinliğin gündeminde yoktu.

Aslında konuşulmayan konular, en az konuşulanlar kadar önemli bir mesaj veriyordu: “Ey iletişimci, dünyanın sana ihtiyacı var. Derhal konfor alanından çık!”

Zirvede, iletişimcinin yeni rolünün evrildiği nokta tek bir yeri işaret ediyordu: İş birliği!

Geçtiğimiz Haziran ayının son iki gününü Brüksel’de geçirdiğim için kendimi iki açıdan şanslı hissettim. İlkin, memleketten gelen “gölgede hissedilen sıcaklık 45 derece” haberlerini havanın yağışlı ve ortalama 18 derece olduğu Brüksel ikliminde takip ettiğim için.

Profesyonel açıdan şansım ise Avrupa’nın başkentinde bu yıl 17’incisi düzenlenen ve her yıl iletişim sektörünün konu ve trendlerinin belirlendiği Avrupa İletişim Zirvesi’ni (ECS) 30 ülkeden gelen 900’e yakın meslektaşımla birlikte izleme fırsatını bu yıl da yakalamış olmamdı.

ECS, NASA’dan CERN’e, Silikon Vadisi şirketlerinden Avrupa Birliği kurumlarına dek farklı organizasyonların perspektiflerini getiren 90’a yakın konuşmacı ve birbirinden yenilikçi formatlarda 50’yi aşkın paylaşım toplantısıyla zihinlerimizi besledi.

Son dört yıldır takip ettiğim zirvenin bu yılki sürprizi ise konuşulan değil, konuşulmayan konulardı. Örneğin, iletişim ve pazarlamayla ilgili her platformda, ilgili ilgisiz her konuşmacıdan duymaktan hayli sıkıldığımız ‘storytelling’in esamesi bile okunmadı. Herhangi bir konuşmacının ağzından ‘kurumsal sosyal sorumluluk’ ile ilgili herhangi bir cümle çıkmadı. ‘Sosyal etki, sürdürülebilirlik, medya ilişkileri, iç iletişim, itibar yönetimi’ gibi ‘vazgeçilmezlerimiz’ ve benzeri konular etkinliğin gündeminde yoktu.

Avrupa’nın en etkili iletişim konferansında “konuşulmayan konular” satır arasında en az konuşulanlar kadar önemli bir mesaj veriyordu:

“Ey iletişimci, konfor alanından çık!”

Devir VUCA devri!

İnsanlık olarak, o meşhur Çin bedduasında yaşıyor gibiyiz. Çinlilerin, kötülük yapanlara “ilginç zamanlarda yaşayasın” diye beddua ettikleri rivayet edilir ya, tam da bu zamanlar için söylenmiş olsa gerek. Eskinin yıkıldığı ya da yıkıldığının sanıldığı, yeninin bir türlü ortaya konulamadığı, sancıların bitmediği, sarsıntının ve sarsıcılığın her an ve her alanda şiddetli bir şekilde yaşandığı ilginç zamanlardayız.

Popüler adıyla VUCA yani İngilizce’deki baş harfleriyle ‘değişken, muğlak, karmaşık ve belirsiz’ olan bu çağda iletişimcilerin gündemindeki konular da tuhaf bir çeşitlilik gösteriyor.

ECS’de iki gün boyunca bir tarafta yapay zekanın iletişimi nasıl değiştireceği, algoritma gerçeğine karşı nasıl bir yol izleyeceğimiz, insanlar ve robotlar arasındaki iletişimdeki rolümüze nasıl hazırlanmamız gerektiği gibi çok yakın gelecekte gündemimize girecek olan sorulara yanıt arandı.

Öte yandan resmi rakamlara göre, her üç saniyede bir kişinin göçe zorlandığı ve sayıları 65,7 milyonu bulan mülteci sorununun çözüme kavuşmasında nasıl bir katkı yapacağımıza, post-truth yani hakikat sonrası dönemde kurum ya da markaların itibarını nasıl koruyacağımıza, özellikle Brexit ve Trump’ın ABD Başkanı seçilmesinden sonra global bir mesele haline gelen “fake news”a karşı nasıl bir mücadele yürüteceğimize dair konular mevcut gündemin ana başlıklarını oluşturdu.

Açılış konuşmasını yapan Cyriel Kortleven’in (*) vurguladığı gibi VUCA daha uzun yıllar hayatımızın gerçeği olacak ve bu yıkıcı değişim döneminde yıkılmadan ayakta kalmak için tek çare değişime tutunmaktan başka bir şey değil.

Ve değişim; önce konfor alanlarımızı terk etmekle başlıyor.

Düne ait iş yapma ve ilişki yönetme biçimleriyle, eski tarz organizasyon şemaları, çalışma sistemleri ve liderlik stilleriyle ve düne ait tanımlarımızla bulunduğumuz yerde durarak, bu dönemin gerçekleriyle başa çıkabilmemiz imkansız görünüyor.

VUCA çağının tüm tehditlerini göğüsleyen iletişimciler olarak, bu dönemin kurum ve markalarımıza sunduğu fırsatları ancak farklı perspektiflerden bakarak görebileceğiz.

İletişim evrimleşmek zorunda

“Bildiğimiz” iletişime dair konuların konuşulmadığı zirvede, iletişim mesleğinin nereye evrildiği ve nereye evrilmek zorunda olduğu sorusunun ortak tek bir yanıtı vardı: İş birliği!

Konferansın temasını da oluşturan “iş birliği”, iki gün boyunca en sık duyduğumuz sözcük oldu. Eksiksiz tüm konuşmalarda “iş birliği” kavramı üzerinde konuşuldu, dünyanın dört bir yanından konuşmacılar “iş birliği” üzerine iyi örnekleri anlattılar, kurumlar iyi uygulamalarını paylaştılar. İletişimcinin, içinde bulunduğumuz dönemde en önemli rolünün “iş birliği” yaratmak olduğu konusunda uzlaşıldı.

İletişimcilerin yeni meydan okuması, dönemin tüm kaosuna rağmen iş birliği yaratmak ve daha da önemlisi iş birliği kültürünün başta kurumlarımız olmak üzere toplumda yayılmasını sağlamak.

Konuşmalar ışığında, “iş birliği yaratmanın” tanımını ise şöyle yapabiliriz: Bilgiyi, deneyimi ve ihtiyacı temsil eden tüm tarafları bir masa etrafında ortak bir amaç için bir araya getirmek; tüm heyecan ve tutkularını ortaya koymalarını sağlamak.

İş birliği, sadece iş için değil, kurumda ya da toplumsal bağlamda insanların mutluluğu, daha iyi bir gelecek ya da bir sorunu çözüme kavuşturmak için yaratılabilir.

İş birliği kültürünü, “birlikte çalışma” ya da “takım çalışması” gibi kavramlardan ayıran en önemli fark ise sonuçların herkese fayda sağlayacak, ortak bir amaç uğruna yapılması.

İş birliği her derde deva

Konferansta, kurumlarda ya da farklı paydaşlar arasında yaratılan iş birliği kültürü sayesinde ortaya çıkan başarı öykülerine yer verildi.

Silikon Vadisi, iş birliği kültürünün en iyi örneklerinden biri. Buradaki ana prensip, bilgi ve deneyimin sadece kurum içinde değil, rakip ile de paylaşılması. Başarı ve başarısızlık öykülerini tutkuyla paylaşma geleneği, birbirinden öğrenme ve birlikte ilerleme avantajı sağlıyor. Silikon Vadisi’ndeki şirketlerin binaları dahi yatay hiyerarşiyi, iş birliği ve paylaşma kültürünü destekleyecek şekilde tasarlanmış. (Bkz. Steve Jobs’un çizdiği Apple binası)

National Geographic’in üst düzey teknoloji yöneticisi Marcus East, çeşitli organizasyon, tasarımcı, mühendis ve üreticilerin bir araya gelerek oluşturduğu gönüllülük platformu e-Nable’ı toplumsal sorunları çözmek için yaratılan iş birliklerinin başarılı bir örneği olarak gösterdi. E-Nable dünyanın dört bir yanında elleri veya kolları engelli çocuklar için üç boyutlu yazıcılar ve açık kaynak teknolojisi kullanarak protez uzuvlar üretiyor.

Amaç odaklı bir kurum kültürü yaratmaktan inovasyona, çalışan bağlılığından kaynak kullanımında verimliliğe dek iş birliğinin fayda yaratmadığı alan yok gibi. 

Özetle, insanlığın bu yıkıcı çağda ayakta kalabilmek için iş birliği yapmaya ihtiyacı var. Etkili iş birliklerinin yaratılması ise bu yetkinliğe sahip iletişimcilere bağlı.

Kolay değil, kolay olmaz o kadar!

Diyelim ki bir amaç uğruna, birbirinden farklı fikir ve görüşlere sahip, farklı deneyim ve yetkinlikteki insanları bir masa etrafında topladık.

En önemli konu: Herkesin katılımını ve yaratıcı fikirlerin ortaya dökülmesini sağlamak.

En önemli kural: Süreci kontrol etmekten itinayla kaçınmak.

Burası sadece iletişimcilerin değil, liderlerin de konfor alanı dışına attığı ilk adım.

Kısıtlı zaman, kısıtlı bütçe ve insan kaynağı gerçeği ile yaşamanın neticesinde hata yapmaktan şiddetle kaçındığımız iş yapma biçimimiz, başkalarının fikirlerini alsak bile son aşamada işleri bildiğimiz gibi yapmaya yönlendiriyor.

Oysa iş birliğinin vazgeçilmez kuralları var:

1.Dinlemek

Liderin konunun tüm taraflarını aktif bir şekilde dinlemesi, görüşünü alması çok önemli. Taraflardan birinin dahi kendini “konu mankeni” gibi hissetmesi, fikirlerinin önemsenmediğini düşünmesi iş birliği ruhunu yok edebiliyor.

2.Oybirliği

İşbirliği kültüründe alınan kararların oy çokluğu ile değil oybirliği ile alınması gerekiyor. Herkesin uzlaştığı bir formülü bulana dek diyaloğu sürdürmek gerekiyor.

3. Doğru dili kullanmak

İş birliği sürecinde dilin kullanımı çok önemli. Farklı görüşlere açık, varsayımlara dayalı ve yargılayıcı olmaktan uzak, çözüm odaklı, kapsayıcı ve herkesin katılımını destekleyen bir liderlik dilini benimsemek gerekiyor. İletişimcilere iş birliği dilinin yaygınlaştırılması tarafında önemli görevler düşüyor.

4.Güven

İş birliğinin oluşabilmesi için taraflar arasında tam bir güven oluşması gerekiyor. Bu ise markanın şeffaflığı ve başta çalışanları olmak üzere tüm hedef kitleleri ile kurduğu samimi güven bağının varlığı ile mümkün.

5.Değerler

İş birliği için tüm tarafların belirli değerlerin etrafında buluşması gerekiyor. Ortak bir vizyon ve değer paylaşımı farklı fikirlerden yaratıcı çözümlere giden yolda pusula görevini görüyor.

6.Dijital platformlar

Dijital kültürün göçebeleri olan iletişimcilerin bir an önce dijital düşünmeyi tam anlamıyla benimsemesi gerekiyor. Özellikle farklı ülke ve coğrafyalar arası iş birliği kültürünün dijital platformlarda başlaması ve geliştirilmesi kaçınılmaz.

(*) Cyriel Kortleven: Yaratıcılık ve değişim alanında uluslararası konuşmacı, yazar

17. Avrupa İletişim Zirvesi’nden diğer notlar

– Zirvenin önemli konularından biri içerik yaratma ve pazarlama konusundaki giderek artan rekabete karşı neler yapılabileceğiydi. Bu noktada özellikle verilen mesajları sadeleştirme, gerçek insan hikayelerinin kullanımı ve eğlenceli içerik üretimine vurgu yapıldı.

– Sosyal medyanın marka ve itibar yönetimi arasındaki sınırın kalktığına dikkat çekildi. Pazarlama ve kurumsal iletişim ekiplerinin tam bir iş birliği içinde çalışarak melez stratejiler yapmaları gerektiği anlatıldı.

– Medyada giderek artan “fake news” trendinin bir tür propaganda faaliyeti olarak kullanıldığına dikkat çekildi. Markaların kendilerini yalan haberden korumak için hedef kitleleri ile arasındaki güven bağına yatırım yapması gerektiği anlatıldı.

 

Şule Yücebıyık
Kurumsal İletişimciler Derneği Üyesi

 

Bu yazı ilk olarak Campaign Türkiye Temmuz 2017 sayısında yayımlanmıştır.